What does içinde in Turkish mean?

What is the meaning of the word içinde in Turkish? The article explains the full meaning, pronunciation along with bilingual examples and instructions on how to use içinde in Turkish.

The word içinde in Turkish means in, içinde, içerisinde, içinde, dahilinde, ortasında, içinde, içinde, içinde, içerisinde, zarfında, içinde, içerisinde, içinde, dahilinde, içinde, içerisinde, içinde, içinde, içerisinde, içinde, içinde, içinde, içerisinde, içinde, yanan, yanmakta olan, parantez içinde belirtilen söz, (bir topluluğa) uyum sağlamak, şaşırtmak, şaşkına çevirmek, şaşırtmak, hayrete düşürmek, huşu içinde bırakmak, hayrete düşürmek, uyum içinde olma, uyuşma, refah içinde, içinde tutmak, lüks bir şekilde, (zaman içinde) değişmek, değişime uğramak, (zaman içinde kazanılan) deneyim, tecrübe, (topluluk içinde) anlaşmazlık, ihtilaf, kavga, ayrılık, dahil olmak, kavga etmek, kavgalı olmak, anlaşmazlık içinde olmak, (toplum içinde) tuhaf davranan, (içinde malzemesi bol olan) büyük sandviç, çizginin içinde, kendi başına, lüks içinde yaşamak, içinde eritilmiş peynir bulunan bir tür sandviç, (zaman içinde) bir yerden bir yere gitmek/yer değiştirmek, içinde oturulan/yaşanan, (paket, sevkiyat, vb.) bir gün içinde göndermek, (kutu içinde) sevkiyat, elleri ve ayakları suyun içinde çırparak yüzmek, pislik içinde yaşamak, herkesin içinde, tutum içinde olmak, acı çeken, ızdırap çeken, acı/ızdırap içinde olan, zaman içinde değişmek, değişime uğramak, lüks içinde yaşamak, para içinde yüzmek, servet içinde yüzmek, anlaşmazlık içinde olmak, kararsız olmak, karar verememek, kararsızlık içinde olmak, hafta içinde. To learn more, please see the details below.

Listen to pronunciation

Meaning of the word içinde

in

içinde, içerisinde

preposition (inside)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Kitabını arabanın içinde bıraktım.
I left your book in the car.

içinde, dahilinde

preposition (on the inside of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Lütfen belirlenen sınırların içinde kalmaya dikkat edin.
Please stay within the boundaries.

ortasında, içinde

preposition (in the midst of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Josiah's farm is situated among the cornfields of eastern Kansas. He lives amongst mountains of hoarded rubbish.

içinde

adverb (inside)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
This pastry has custard in the middle.

içinde, içerisinde, zarfında

preposition (time: before the end of) (zaman, süre)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Projenin üç gün içinde teslim edilmesi gerekiyor.
The project is due within three days.

içinde, içerisinde

preposition (in the interior of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He stayed inside the room for three hours.

içinde

preposition (time: within) (zaman)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My order arrived by post inside of a week.

dahilinde

adverb (within an organisation) (şirket, kuruluş, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We prefer to recruit internally rather than advertise posts outside the company.

içinde, içerisinde

adverb (the inside)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I could hear a scratching sound coming from within.

içinde

preposition (among)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I picked my way between the tourists, looking for a good spot to have lunch.

içinde, içerisinde

adverb (inwardly)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
His feelings were held within.

içinde

preposition (within: the mind or body) (kalbinde, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Deep inside himself he felt a need to preach the Gospel.

içinde

preposition (condition)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Ev alevler içinde.
The house is on fire.

içinde, içerisinde

adverb (time: earlier to later) (zaman, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Language changes down through the ages.

içinde

preposition (time: continuing) (ayın, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We're now well into the month of May.

yanan, yanmakta olan

adjective (on fire)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
By the time we arrived, the warehouse was ablaze.

parantez içinde belirtilen söz

noun (parenthetical remark)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The author mentions his own illness in a brief aside.

(bir topluluğa) uyum sağlamak

intransitive verb (adjust, adapt: to group)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After two generations the group has begun to assimilate readily.

şaşırtmak, şaşkına çevirmek

transitive verb (amaze, astound)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The cost of the wedding truly astonished me.

şaşırtmak, hayrete düşürmek

transitive verb (amaze)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The magician astounded me with his illusions.

huşu içinde bırakmak, hayrete düşürmek

transitive verb (amaze)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The magician awed the crowd with his death-defying act.

uyum içinde olma, uyuşma

noun (cohesion)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The coherence between the two objects was strong.

refah içinde

adjective (figurative (not poor) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
They had a comfortable lifestyle.

içinde tutmak

transitive verb (hold back feelings) (duygu)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It was hard to contain her emotions. Contain your excitement!

lüks bir şekilde

adverb (in luxury)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The upscale condominium allows residents to live deluxe.

(zaman içinde) değişmek, değişime uğramak

intransitive verb (change over time)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The company has evolved since its humble beginnings and it is now a multinational corporation.

(zaman içinde kazanılan) deneyim, tecrübe

noun (perceptions over time)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Deneyimlerimiz bize, müşterilerin kendilerine hatırlatma notu gönderilmedikçe ödeme yapmadıklarını göstermiştir.
Our experience has been that people don't pay unless we send them reminders.

(topluluk içinde) anlaşmazlık, ihtilaf, kavga, ayrılık

noun (uncountable (dissension, disagreement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There was faction among the members of Congress.

dahil olmak

intransitive verb (figurative (be included)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Their request falls within the scope of our project.

kavga etmek, kavgalı olmak, anlaşmazlık içinde olmak

intransitive verb (have a feud)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The two tribes were constantly feuding.

(toplum içinde) tuhaf davranan

adjective (French (socially awkward) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's a bit gauche to ask a favour of someone you've just met.

(içinde malzemesi bol olan) büyük sandviç

noun (Eastern US (sub, hero, sandwich)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Garrett bought a grinder for lunch from the sandwich shop across the street.

çizginin içinde

adverb (sports: within bounds) (spor)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The ball was in! She's won the match!

kendi başına

pronoun (its normal self)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

lüks içinde yaşamak

verbal expression (live extravagantly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They lived high while in Thailand because everything was so cheap there.

içinde eritilmiş peynir bulunan bir tür sandviç

noun (US (type of hot sandwich)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Gary bought a ham and cheese melt at the store.

(zaman içinde) bir yerden bir yere gitmek/yer değiştirmek

intransitive verb (people: move over time)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The tribes slowly migrated southwards, looking for water.

içinde oturulan/yaşanan

adjective (building: inhabited) (bina)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The occupied houses are in much better condition than the unoccupied ones.

(paket, sevkiyat, vb.) bir gün içinde göndermek

transitive verb (US (ship or send during the night)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The firm overnighted the goods to the customer.

(kutu içinde) sevkiyat

noun (shipping: inside box)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
When you buy something on the internet, it's important that the company uses good packaging.

elleri ve ayakları suyun içinde çırparak yüzmek

intransitive verb (swim like a dog)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ian can't really swim yet, but he paddles.

pislik içinde yaşamak

verbal expression (US, informal (live like a pig)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Colin is pigging it in his apartment.

herkesin içinde

adverb (for everyone to see, hear)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Carrying on their argument publicly was in poor taste.

tutum içinde olmak

intransitive verb (position on issue)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Yeni yasayı destekleyen bir tutum içindeyim.
I stand in favour of the new law.

acı çeken, ızdırap çeken, acı/ızdırap içinde olan

adjective (in pain)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The suffering animals were put out of their misery by the vet.

zaman içinde değişmek, değişime uğramak

intransitive verb (change over time)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Adam finds his boss's mood varies from one day to the next.

lüks içinde yaşamak, para içinde yüzmek, servet içinde yüzmek

(figurative (wealth, possessions: have plenty)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The old man was wallowing in money.

anlaşmazlık içinde olmak

intransitive verb (figurative (be in conflict)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The trade unions and management have been warring over pay for many months.

kararsız olmak, karar verememek, kararsızlık içinde olmak

intransitive verb (figurative (feel doubt)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He's beginning to waver about staying in the job now.

hafta içinde

adverb (UK, informal (seven days after a given day)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It's my birthday Wednesday week.

Let's learn Turkish

So now that you know more about the meaning of içinde in Turkish, you can learn how to use them through selected examples and how to read them. And remember to learn the related words that we suggest. Our website is constantly updating with new words and new examples so you can look up the meanings of other words you don't know in Turkish.

Do you know about Turkish

Turkish is a language spoken by 65-73 million people around the world, making it the most commonly spoken language in the Turkic family. These speakers mostly live in Turkey, with a smaller number in Cyprus, Bulgaria, Greece and elsewhere in Eastern Europe. Turkish is also spoken by many immigrants to Western Europe, especially in Germany.