What does mecbur in Turkish mean?
What is the meaning of the word mecbur in Turkish? The article explains the full meaning, pronunciation along with bilingual examples and instructions on how to use mecbur in Turkish.
The word mecbur in Turkish means forced, borçlu, medyun, mecbur, yükümlü, mecbur, mecbur etmek, zorlamak, mecbur etmek, zorlamak, zorlamak, mecbur etmek, mecbur tutmak, zorlamak, mecbur etmek, zorlamak, zorlanmış, neden olmak, sebep olmak, zorla yaptırmak, zorlamak, mecbur etmek, zorlamak, zorunda olmak, mecbur olmak, mecburiyetinde olmak, zorunda olmak, mecbur olmak, -meli, -malı, mecbur etmek, zorlamak, malı, -meli, mecbur etmek, zorunda bırakmak, mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak, mecbur etmek, zorlamak, mecbur etmek, zorlamak, mecbur etmek, baskı yapmak, zorlamak, zorlamak, mecbur etmek, zorlamak, mecbur etmek, zorunda olmak, mecbur olmak, utandırarak, mahçup ederek mecbur etmek. To learn more, please see the details below.
Meaning of the word mecbur
forced
|
borçlu, medyunadjective (indebted, obligated) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) John felt beholden for everything his boss had done to help his career. |
mecbur, yükümlü(figurative (legally obligated) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sözleşme koşullarına uymaya kanunen mecburuz. We are bound by the terms of the contract. |
mecburadjective (obliged) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Rita was committed to speak at the conference that morning. |
mecbur etmektransitive verb (constrain by loyalty or obligation) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) His close-knit network of friends and colleagues bind Tom to the university. |
zorlamak, mecbur etmektransitive verb (force, compel) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Did anyone coerce you to carry this package? |
zorlamaktransitive verb (force, compel) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The police coerced the suspect into confessing to the crime. |
zorlamaktransitive verb (force, compel) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The government was coerced into accepting the treaty. |
mecbur etmek, mecbur tutmaktransitive verb (force [sb] into action) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Many young men were commandeered into military service during the draft. |
zorlamak, mecbur etmektransitive verb (force: [sb]) (birisini bir şeyi yapmaya) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The threat of being fired compelled Tricia to tell the truth about what she saw. |
zorlamakverbal expression (force, restrict [sb]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I would love to work abroad, but my family responsibilities constrain me to stay in this country. |
zorlanmışadjective (forced to do [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Ann felt constrained to come to the party even though she didn't want to. |
neden olmak, sebep olmak(figurative (compel, cause) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The addiction drove him to a life of crime and misery. |
zorla yaptırmaktransitive verb (obtain by force) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Companies disregarding the new legislation will receive a court order to enforce compliance. |
zorlamak, mecbur etmektransitive verb (compel, oblige) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Beth didn't want to eat anything, but her parents forced her. |
zorlamaktransitive verb (compel, oblige) (birisini bir şeye) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) His father forced him to take out the rubbish. |
zorunda olmak, mecbur olmak, mecburiyetinde olmaktransitive verb (informal (must) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) I have got to leave now. |
zorunda olmak, mecbur olmakverbal expression (must) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have got to get out of this place. |
-meli, -malıauxiliary verb (be obliged to) I have to finish my essay tonight. I have to get the train in 20 minutes. |
mecbur etmekverbal expression (coerce, frighten [sb] into [sth]) (bir şeye) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The wrestler tried to intimidate his opponent into submission. |
zorlamaktransitive verb (informal (force) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I won't go! You can't make me! |
malı, -meliauxiliary verb (obligation: have to) Gümrükte bavulunuzu memura göstermeye mecbursunuz. You must get a new driving licence. |
mecbur etmek, zorunda bırakmaktransitive verb (formal (oblige morally, legally) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Children will not do chores on their own; you must obligate them. |
mecbur etmekverbal expression (formal (oblige morally, legally) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The court obligated the father to pay child support every month. |
zorlamak, zorunda bırakmak, mecbur etmekverbal expression (force, obligate [sb] to do [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Daniel's behaviour obliged his mother to apologise on his behalf. |
zorlamak, mecbur etmek(figurative (coerce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She was pressured into marriage when she was too young. |
zorlamak, mecbur etmekverbal expression (figurative (coerce) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The older kids pressured Ben into stealing some candy. |
baskı yapmakverbal expression (figurative (coerce) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The salesman pressured his customer to buy. |
zorlamak(coerce [sb] into [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Jeffery pressurized his wife into motherhood when she was not ready. |
zorlamak, mecbur etmektransitive verb (urge, coerce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He pushed her to go to the store with him. |
zorlamak, mecbur etmektransitive verb (drive, force) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The tank corps put the enemy infantry to flight. |
zorunda olmak, mecbur olmakverbal expression (commanded, ordered) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You are required to complete this form. |
utandırarak, mahçup ederek mecbur etmekverbal expression (motivate with shame) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Vaiz, cemaati utandırarak (or: mahçup ederek) harakete geçmeye mecbur etti. The preacher shamed the congregation into action. |
Let's learn Turkish
So now that you know more about the meaning of mecbur in Turkish, you can learn how to use them through selected examples and how to read them. And remember to learn the related words that we suggest. Our website is constantly updating with new words and new examples so you can look up the meanings of other words you don't know in Turkish.
Updated words of Turkish
Do you know about Turkish
Turkish is a language spoken by 65-73 million people around the world, making it the most commonly spoken language in the Turkic family. These speakers mostly live in Turkey, with a smaller number in Cyprus, Bulgaria, Greece and elsewhere in Eastern Europe. Turkish is also spoken by many immigrants to Western Europe, especially in Germany.