What does yalnız in Turkish mean?

What is the meaning of the word yalnız in Turkish? The article explains the full meaning, pronunciation along with bilingual examples and instructions on how to use yalnız in Turkish.

The word yalnız in Turkish means alone, yalnız, yalnız, tek başına, kendi başına, yalnız, yalnız, yalnızca, sadece (tek bir amaçla), yalnız, yalnız, yalnız olarak, sadece, gerçi, yalnız, kimsesiz, yalnız, tek başına, kimsesiz, yalnız, arkadaşsız, sadece, yalnız, sırf, yalnızca, sadece, sade, yalnız, yalnız, yalnız, yalnızlık çeken, yalnız, ıssız, yalnız, yalnız, kimsesiz, sadece, yalnız, ayırmak, ayrı tutmak, tecrit etmek, ayırma, ayrı/yalnız bırakma, tek başına, yalnız başına, yalnız ve kimsesiz bir halde, arkadaşlık etmek, rahat bırakmak, yalnız kurt, yalnız kalp, arkadaşı olmayan/yalnız kimse, yalnız başına bırakmak, tek başına bırakmak, tek başıma, toplumdan uzak yaşayan/münzevi/yalnız yaşayan kimse, toplumdan uzak/yalnız yaşayan, köşesine çekilmiş, çocuğunu tek başına büyüten ebeveyn, tek başına, yalnız kimse, yalnız başına, tek başına, yalnız yaşayan kimse, yalnız olarak, tek başına, tek olarak, erkeklere mahsus, yalnız erkekler için olan. To learn more, please see the details below.

Listen to pronunciation

Meaning of the word yalnız

alone

yalnız

adjective (emotions: isolated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Ada çok güzeldi ama orada kendimi yalnız hissettim.
The island was beautiful, but I felt lonely there.

yalnız, tek başına, kendi başına

adjective (alone)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The old man lives a solitary lifestyle by choice.

yalnız

adjective (alone, solitary)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Unaccompanied children are not allowed in the swimming pool; they must always have an adult with them.

yalnız, yalnızca, sadece (tek bir amaçla)

adjective (informal (sheer, utter)

Those Wall Street bankers are crooks, pure and simple. That is nothing more than extortion, pure and simple.

yalnız

adjective (feeling: separated, isolated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It is normal to feel alienated when you're a teenager.

yalnız, yalnız olarak

adverb (without company)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Çocuk annesi de ölünce kimsesiz kaldı.
Sometimes I like to go to the movies alone.

sadece

adverb (only)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I have nothing but admiration for people who can speak several languages.

gerçi

interjection (informal (although, having said that)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
The meal was fantastic -- expensive, mind you! He can be very disorganized. Mind you, I'm no better.

yalnız, kimsesiz

adjective (lonely, forsaken)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The forlorn puppy approached every stranger and wagged its tail.

yalnız, tek başına

adjective (person: lonely) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's easy to feel isolated living in a big city.

kimsesiz, yalnız, arkadaşsız

adjective (person: feeling bereft) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Wendy felt lonely and desolate after her boyfriend dumped her.

sadece, yalnız, sırf

adverb (nothing more than)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Of course I'm not annoyed with you; it's simply that I don't have time to go out with you tonight.

yalnızca, sadece, sade, yalnız

adverb (exclusively, solely)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Only family members attended the funeral. Only we are allowed in this room.

yalnız

adjective (predicative (on one's own)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
George has been alone since his wife died.

yalnız

adjective (predicative (lonely)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Steve feels very alone when he stays in the house.

yalnızlık çeken, yalnız

adjective (sad because isolated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He is a lonely person, but can't make any friends.

ıssız, yalnız

adjective (causing sadness from isolation)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The city is a lonely place where you can feel very isolated.

yalnız

adjective (unaccompanied)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There was a lone man walking through the desert.

kimsesiz

adjective (literary (lonely)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lone girl was starved for companionship.

sadece, yalnız

adverb (formal (only)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The captain alone is responsible for his crew.

ayırmak, ayrı tutmak, tecrit etmek

transitive verb (isolate) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The city's grey urban landscape alienates its residents.

ayırma, ayrı/yalnız bırakma

noun (action: isolating, hostility)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The alienation of foreign leaders will not improve the situation.

tek başına, yalnız başına

adverb (without assistance)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Arabayı tek başıma yıkadım.
I washed the car alone.

yalnız ve kimsesiz bir halde

adverb (in a lonely way)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The dog sat forlornly outside the shop, waiting for its owner to reemerge.

arkadaşlık etmek

(prevent being lonely)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Brian has his dog to keep him company.

rahat bırakmak

(not disturb)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I just want to be left alone to get on with my novel.

yalnız kurt

noun (figurative ([sb] who prefers to act unaccompanied) (yalnızlığı seven kişi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

yalnız kalp

noun (figurative (personal advertisement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Carol answered an advert in the lonely hearts.

arkadaşı olmayan/yalnız kimse

noun ([sb] without close friends)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Neighbours described her as a loner who rarely spoke to them.

yalnız başına bırakmak, tek başına bırakmak

transitive verb (leave isolated)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
When the recession hit, the company marooned Tim in unemployment without any help.

tek başıma

adverb (without company)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I have lived on my own since my daughter moved out.

toplumdan uzak yaşayan/münzevi/yalnız yaşayan kimse

noun (loner, hermit)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The novelist was a recluse who hadn't left his house in months.

toplumdan uzak/yalnız yaşayan, köşesine çekilmiş

adjective (person: not sociable, solitary) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My reclusive aunt won't see visitors.

çocuğunu tek başına büyüten ebeveyn

noun (mother or father without a partner)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

tek başına

adverb (by one person, without aid)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My mother raised five of us single-handed.

yalnız kimse

noun (UK, informal (person: not in a relationship)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mark has been a singleton for so long that I'm beginning to wonder if he will ever have another relationship.

yalnız başına, tek başına

adverb (alone)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
If the house is singly considered, it is a good investment.

yalnız yaşayan kimse

noun (person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A true solitary would not have been as happy to see visitors as he always was.

yalnız olarak, tek başına, tek olarak

adverb (alone)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Some prefer to run in teams, others choose to run solo.

erkeklere mahsus, yalnız erkekler için olan

noun as adjective (figurative (for men only)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

Let's learn Turkish

So now that you know more about the meaning of yalnız in Turkish, you can learn how to use them through selected examples and how to read them. And remember to learn the related words that we suggest. Our website is constantly updating with new words and new examples so you can look up the meanings of other words you don't know in Turkish.

Do you know about Turkish

Turkish is a language spoken by 65-73 million people around the world, making it the most commonly spoken language in the Turkic family. These speakers mostly live in Turkey, with a smaller number in Cyprus, Bulgaria, Greece and elsewhere in Eastern Europe. Turkish is also spoken by many immigrants to Western Europe, especially in Germany.