İngilizce içindeki give lessons ne anlama geliyor?

İngilizce'deki give lessons kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte give lessons'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki give lessons kelimesi vermek, vermek, hediye etmek, armağan etmek, vermek, ödemek, (para) vermek, temin etmek, sağlamak, görev vermek, iş vermek, esneklik, katkıda bulunmak, taviz vermek, esnemek, çökmek, vermek, vermek, atmak, basmak, sebep olmak, neden olmak, bağışlamak, bulaştırmak, iletmek, vermek, vermek, adamak, hamile bırakmak, bedava vermek, açıklamak, geri vermek, pes etmek, dayanamamak, yenik düşmek, teslim olmak, yaymak, yaymak, dağıtmak, tükenmek, tükenmek, -den şikayet etmek, vazgeçmek, bırakmak, pes etmek, pes etmek, vazgeçmek, vazgeçmek, takmamak, iplememek, siklemek, yardım etmek, alkışlamak, haddini bildirmek, sırtında gezdirmek, ilgilenmek, alakadar olmak, siklememek, denemek, denemek, öğüt vermek, nasihat vermek, bağışta/yardımda bulunmak, bağış/yardım yapmak, uzlaşma, doğum yapmak, doğurmak, yavrulamak, yavrulamak, yol açmak, veresiye vermek, takdir etmek, övmek, hakkını vermek, denemek, bir daha düşünmek, vazgeç, vazgeçmek, çak bir beşlik, bildirmek, istifasını vermek, ihtar çekmek, az ya da çok, aşağı yukarı, bırakmak, dur, yol açmak, yardım etmek, yardım etmek, destek vermek, şükretmek, (üzerinde) düşünmek, ümidini kaybetmek, umudunu kaybetmek, ümidini kaybetmek, umudunu kaybetmek, terk etmek, yol vermek, yol vermek, çökmek, boyun eğmek, fikrini belirtmek, fikrini söylemek, söz vermek, söz vermek, konuşma yapmak, vazgeçmemek, göz atma, üstünkörü temizlemek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

give lessons kelimesinin anlamı

vermek

transitive verb (hand, pass: [sb] [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Could you give me that book over there, please?

vermek

transitive verb (hand, pass: [sth] to [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you give that book to me?
Şu kitabı bana verir misin?

hediye etmek, armağan etmek

transitive verb (as a gift)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She gave me a tie for my birthday.
Doğumgünümde bana bir kravat hediye etti.

vermek

transitive verb (provide)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you give me something to eat?
Bana yiyecek bir şeyler verir misin?

ödemek, (para) vermek

transitive verb (pay)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'll give you five hundred dollars for that car.
Bu otomobil için sana beşyüz dolar ödeyeceğim (or: vereceğim).

temin etmek, sağlamak

transitive verb (supply)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The furnace gives heat to the entire house.
Kalorifer, tüm evin ısınmasını sağlıyor.

görev vermek, iş vermek

transitive verb (assign, allot)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
After three interviews she was given the job.
Girdiği üç tane mülakatın sonucunda, iş ona verildi.

esneklik

noun (informal (tendency to yield)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The floor has a bit of give in it.

katkıda bulunmak

intransitive verb (contribute)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Please give generously.

taviz vermek

intransitive verb (compromise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Someone has to give or we'll be here all night.

esnemek

intransitive verb (yield under pressure)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This door gives when you lean on it.

çökmek

intransitive verb (collapse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The chair gave underneath him.

vermek

transitive verb (present, perform) (konser, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She's giving a piano concert tonight.

vermek

transitive verb (place in [sb]'s care) (emaneten)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I gave them the house keys for the week.

atmak, basmak

transitive verb (utter) (çığlık, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He gave a shout and ran towards her.

sebep olmak, neden olmak

transitive verb (cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It gives me great pleasure to welcome you tonight.

bağışlamak

transitive verb (donate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He gave his heart and lungs to science.

bulaştırmak

transitive verb (infect) (hastalık, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She's given me her cold.

iletmek

transitive verb (deliver) (selam, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Give them our fondest regards.

vermek

transitive verb (inflict) (ceza, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He gave detention to the whole class.

vermek

transitive verb (administer) (ilaç, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
How much aspirin should I give her?

adamak

transitive verb (devote)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She gave her life to the human rights movement.

hamile bırakmak

transitive verb (make pregnant)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Her husband gave her two boys within three years of the wedding.

bedava vermek

phrasal verb, transitive, separable (make a gift)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She put her old clothes in a bag and gave them away.

açıklamak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (reveal) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you tell a joke, you can't give away the punch line until the end.

geri vermek

phrasal verb, transitive, separable (return: [sth] to [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Did you give me back the pen I lent you? You took my sweater? Give it back!

pes etmek

phrasal verb, intransitive (surrender, admit defeat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I give in; it's just too difficult.

dayanamamak

phrasal verb, intransitive (yield: to feeling, temptation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She is trying to avoid sweets, but if you tempt her with chocolate, she always gives in.

yenik düşmek

(yield: to feeling, temptation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The children wanted to stay up until midnight, but one by one, they gave in to sleep.

teslim olmak

(submit, surrender)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After the last scandal, the mayor gave in to the pressure and resigned.

yaymak

phrasal verb, transitive, separable (emit: heat, smell) (koku, ısı, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Judy gives off a strong smell of perfume when she passes by.

yaymak

phrasal verb, transitive, separable (heat, warmth: radiate) (ısı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stars give out heat and light.

dağıtmak

phrasal verb, transitive, separable (distribute)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The teacher gives out the worksheets to the students.

tükenmek

phrasal verb, intransitive (informal (bodily organ: fail)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His heart finally gave out and he died. After years of heavy drinking, his liver finally gave out.

tükenmek

phrasal verb, intransitive (be used up)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He had been ill for so long that his will to live finally gave out.

-den şikayet etmek

phrasal verb, intransitive (Irish, informal (complain)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

vazgeçmek

phrasal verb, transitive, separable (stop trying)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I gave up trying to get them to believe me.

bırakmak

phrasal verb, transitive, separable (UK (habit, addiction: quit) (alışkanlık, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It'll be hard, but I'm going to try giving up chocolate for Lent.

pes etmek

phrasal verb, intransitive (surrender)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I give up - you're far better than me at this game!

pes etmek

phrasal verb, intransitive (informal (stop guessing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
OK, I give up. What's the answer?

vazgeçmek

(abandon: [sb]) (birisinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't give up on me! I just need a little more encouragement.

vazgeçmek

(abandon: a cause) (bir amaçtan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You should never give up on your dreams.

takmamak, iplememek

verbal expression (slang, potentially offensive (not care)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't give a damn that my ex has a new girlfriend!

siklemek

verbal expression (vulgar, offensive, slang (not care) (argo)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
I don't give a f*** what you think.

yardım etmek

verbal expression (informal (help [sb]) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I needed help carrying the wardrobe and the neighbour gave me a hand.

alkışlamak

verbal expression (informal (applaud)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's give a big hand to our next act.
Yetenekli müzisyen, harika performansıyla alkışı hak etti.

haddini bildirmek

verbal expression (scold harshly) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

sırtında gezdirmek

verbal expression (informal (carry [sb] on your back) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
My ankle hurts - please give me a piggyback.

ilgilenmek, alakadar olmak

verbal expression (informal (consideration)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Most people don't give a second thought to the problems of the homeless.

siklememek

verbal expression (vulgar, slang (not care) (argo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sally said she doesn't give a s*** what her unfaithful ex-husband does with his time.

denemek

verbal expression (informal (attempt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you've never gone skiing, you should give it a try.

denemek

verbal expression (informal (sample)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You shouldn't say you hate sushi without giving it a try first.

öğüt vermek, nasihat vermek

verbal expression (suggest or recommend [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

bağışta/yardımda bulunmak, bağış/yardım yapmak

verbal expression (provide charity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Some criminals ease their conscience by giving aid to the poor.

uzlaşma

noun (informal (compromise)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Marriage is all about give and take between the partners.

doğum yapmak

verbal expression (have a baby)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sarah gave birth on Tuesday.

doğurmak

verbal expression (woman: to baby)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Emily gave birth to twin girls last Saturday.

yavrulamak

verbal expression (animal: have offspring) (hayvan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Our cat crept to a quiet corner of the garden to give birth.

yavrulamak

verbal expression (animal: to young)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Labradors usually give birth to between six and eight puppies.

yol açmak

verbal expression (figurative (create, bring about)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Henry Ford gave birth to the automotive industry.

veresiye vermek

(allow delayed payment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I soon regretted giving him credit on that purchase.

takdir etmek

verbal expression (acknowledge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Teresa gave Simon credit for admitting responsibility for the mistake.

övmek

verbal expression (acknowledge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many commentators have given credit to Karzai for leading the country to recovery.

hakkını vermek

(recognize worth)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm not that stupid; give me some credit!

denemek

expression (try)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Although Brian had never gone kayaking before, he suddenly decided to give it a go.

bir daha düşünmek

verbal expression (informal (rethink)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He dropped what he was doing and went to her without giving it a second thought.

vazgeç

interjection (stop trying)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Helen is never going to date you--give it up!

vazgeçmek

verbal expression (stop trying)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That's never going to work; I'd give it up, if I were you.

çak bir beşlik

interjection (slang (congratulatory) (argo)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
You passed your driving test? Give me five!

bildirmek

(warn, inform)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The Council's letter gave notice of the election to all the voters.

istifasını vermek

(quit job)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He gave notice because he was tired of being treated like a slave.

ihtar çekmek

(to a landlord)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

az ya da çok

expression (informal (plus or minus)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I've been away from home for three months, give or take a few days.

aşağı yukarı

expression (informal (more or less)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My new car cost $9000, give or take.

bırakmak

verbal expression (UK, slang (stop doing [sth]) (bir şeyi yapmayı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Give over arguing! You're giving me a headache!

dur

interjection (UK, slang (stop, desist)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Give over - he's not as bad as that!

yol açmak

verbal expression (cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The lack of food gave rise to riots.

yardım etmek

verbal expression (help, assist [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yardım etmek

verbal expression (help, assist [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

destek vermek

verbal expression (back, assist [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They asked me to give support to a cause I don't believe in.

şükretmek

(be thankful, express thankfulness)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

(üzerinde) düşünmek

verbal expression (consider)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Before planting a tree you need to give thought to what is suitable for your garden.

ümidini kaybetmek, umudunu kaybetmek

verbal expression (be pessimistic)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When looking for a job, the key is not to give up hope.

ümidini kaybetmek, umudunu kaybetmek

verbal expression (be resigned)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The team never gave up hope of victory.

terk etmek

verbal expression (abandon: an effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I gave up on trying to find a good example.

yol vermek

verbal expression (driving: yield, give priority to) (trafik)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Drivers should always give way when there are pedestrians about.

yol vermek

verbal expression (driving: yield to, give priority to) (yayaya, arabaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When driving in the UK, remember to give way to traffic on your right.

çökmek

verbal expression (fall, collapse, break under pressure)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The bridge columns couldn't resist the strong current and ended up giving way.

boyun eğmek

verbal expression (give in to: [sb], [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Adrian pestered me so much about going to the party that eventually I gave way to him.

fikrini belirtmek, fikrini söylemek

verbal expression (US, figurative (offer opinion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

söz vermek

verbal expression (promise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He'll be here! He gave his word!

söz vermek

verbal expression (promise)

Rachel had given her word that she would lend me the money.

konuşma yapmak

verbal expression (address an audience)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
At the birthday party everyone asked Grandpa to make a speech. The father of the bride gave a speech, welcoming his new son-in-law to the family.

vazgeçmemek

verbal expression (persevere)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
John got tired in the middle of the race, but he did not give up.

göz atma

verbal expression (informal (inspect quickly)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
When I submitted my report to the CEO, he gave it the once-over and then gave me a thumbs up.

üstünkörü temizlemek

verbal expression (informal (clean [sth] quickly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I had just finished giving the living room a once-over when the guests arrived.

İngilizce öğrenelim

Artık give lessons'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

give lessons ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.