İngilizce içindeki going to ne anlama geliyor?

İngilizce'deki going to kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte going to'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki going to kelimesi ayrılmak, terketmek, gitmek, -e gitmek, ilerlemek, gitmek, uzanmak, gitmek, götürmek, geçmek, gitmek, haline gelmek, -e dönmek, -a dönmek, (geriye) kalmak, -ecek, -acak, hazır, hadi, göster kendini, enerji, girişim, teşebbüs, sıra, yeltenmek, çalışmak, geçmek, olmak, satılmak, girmek, tuvaleti gelmek, yapmak, geçerli olmak, geçmek, söylemek, demek, ölmek, vefat etmek, çökmek, bozulmak, ayrılmak, kalmak, bölünmek, verilmek, başvurmak, danışmak, dolaşmak, işe koyulmak, tiramola etmek, -den karşıya geçmek, peşinde olmak, sözlü saldırıda bulunmak, peşinden gelmek, karşı gelmek, karşı olmak, planlandığı gibi yapmak, gerçekleşmek, ilerlemek, razı olmak, rıza göstermek, aynı fikirde olmak, dönmek, elden ele dolaşmak, bulaşmak, dolaşmak, yayılmak, ziyaret etmek, girişmek, saldırmak, geri dönmek, -e geri dönmek, geri dönmek, geri dönmek, geri alınmak, geçmişe gitmek, -e kadar uzanmak, geriye gitmek, geri geri gitmek, ilerleme kaydedememek, aşmak, ötesine geçmek, aşmak, ötesine geçmek, geçmek, geçmek, yanından geçmek, delirmek, çıldırmak, sevinçten kudurmak, manyaklaşmak, kudurmak, bisiklete binmek, motosiklete binmek, kuş gözlemlemek, tekneyle gezmek, bovling oynamak, mağaraları gezmek, mağara gezisi yapmak, gelip gitmek, gelip gitmek, gelip geçici olmak, yengeç avlamak, yengeç tutmak, haydan gelen huya gider, rahat tavırlı, balığa çıkmak, kurbağa avlamak, enerji, denemek, yurt dışına gitmek, yurt dışına çıkmak, izin, yapmaya başlamak, yapmaya başlamak, her yolu denemek, tüm yolları denemek, elinden gelen herşeyi yapmak, gidip yapmak, dolanmak, çevresinden dolaşmak, etrafından dolaşmak, yoldan çıkmak, yolunu şaşırmak, yoldan çıkmak, ters yola sapmak, hücum etmek, saldırmak, ayrılmak, terk etmek, çek git, git, bas git, yolculuğa çıkmak, seyahate çıkmak, geri dönmek, sözünden dönmek, sözünü tutmamak, sözünden dönmek, bozulmak, ahlaksızlaşmak, kelleşmek, iflas etmek, önünden gitmek, daha önce olmak, daha önceden meydana gelmiş olmak, arkasından iş çevirmek, kör olmak, iflas etmek, batmak, -e bakarak, ile gitmek, olarak tanınmak, olarak bilinmek, gitmek, yatmaya gitmek, kampa gitmek, olumlu karşılanmak, beğenilmek, beğeni toplamak, aşağı gitmek, kötüye gitmek, başarılı olmak, işe bak, balığa çıkmak, inmek, patlamak, gazı kaçmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

going to kelimesinin anlamı

ayrılmak, terketmek, gitmek

intransitive verb (leave, depart)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You'd better go. It's getting late.
Geç oldu. Artık gitsen iyi olur.

-e gitmek

(proceed to, head for)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I'm going to London this summer. // Anne went to Italy for her holiday last year. // Robert goes to the market every Saturday morning.

ilerlemek, gitmek

intransitive verb (move along, advance)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The train was going at top speed. Electricity goes along wires.

uzanmak

intransitive verb (extend) (bir yerden bir yere)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Our property goes all the way down to the river.
Arsamız, buradan nehir kıyısına kadar uzanıyor.

gitmek, götürmek

(lead to)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
These stairs go to the attic.
Bu merdiven tavan arasına gidiyor.

geçmek, gitmek

intransitive verb (with adverb: turn out, pass)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The wedding went very well, thank you.
ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Sınavın nasıl geçti (or: gitti)?

haline gelmek

intransitive verb (with adjective: become)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I think I'm going crazy.

-e dönmek, -a dönmek

intransitive verb (with adjective: act in a given way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They went crazy when they heard the news.
Haberi duyunca deliye döndüler.

(geriye) kalmak

intransitive verb (remaining)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We still have ten miles to go.
On kilometre daha kaldı.

-ecek, -acak

auxiliary verb (future) (gelecek)

Jake is going to clean the bathroom later.

hazır

adjective (informal (ready)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
All systems are go.

hadi, göster kendini

interjection (cheering on a team, participant)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
The fans were shouting "Go Steelers!"

enerji

noun (colloquial (energy)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
She's sure got a lot of go.

girişim, teşebbüs

noun (informal (try)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Can I have a go?

sıra

noun (informal (turn)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's your go. Here are the dice.

yeltenmek

verbal expression (make a move to do) (bir şeyi yapmaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jake went to brush a stray hair from Leah's cheek, but at that moment she turned away.

çalışmak

intransitive verb (function, perform)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This fan won't go.

geçmek

intransitive verb (time: pass) (zaman, süre)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Weekends go really fast.
Hafta sonları çok çabuk geçiyor.

olmak

intransitive verb (tend to be) (eğiliminde, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
As exams go, that wasn't too bad.

satılmak

intransitive verb (be sold)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The rare book will go quickly at auction.

girmek

intransitive verb (pass, fit, enter)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The couch just won't go through the door.

tuvaleti gelmek

intransitive verb (informal, euphemism (relieve yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Excuse me. I've got to go. Is there a bathroom near here?

yapmak

intransitive verb (perform an action)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Go like this with your hands.

geçerli olmak, geçmek

intransitive verb (be valid)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Whatever Mike says, goes.

söylemek, demek

intransitive verb (informal (say)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Boys will be boys, as the saying goes.

ölmek, vefat etmek

intransitive verb (euphemism (die)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He went just after midnight, with his wife at his side.

çökmek

intransitive verb (informal (give way, collapse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There was so much snow the roof went.

bozulmak

intransitive verb (informal (stop working)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The car engine went, so we had to walk home.

ayrılmak

(be allotted) (harcanmak anlamında)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
A quarter of their income goes to food.

kalmak

(pass to [sb] in a will) (miras olarak)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His house went to the elder son, its contents to the younger.

bölünmek

(number: be divisor of)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
How many times does six go into eighty-four?

verilmek

(be awarded to) (ödül, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
And the Oscar goes to Steve McQueen!

başvurmak

phrasal verb, intransitive (resort: to [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
They went to great effort to get here on time.

danışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (consult, ask a favor of) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I need advice, I go to my rabbi.

dolaşmak

phrasal verb, intransitive (move from place to place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He goes about from place to place, taking casual jobs wherever he can get them.

işe koyulmak

phrasal verb, transitive, inseparable (approach, tackle: a task)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Isn't it time you went about fixing the broken table? // How am I to go about painting the ceiling when I have no ladder?

tiramola etmek

phrasal verb, intransitive (sailing: change tack) (gemi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The skipper gave the command to go about.

-den karşıya geçmek

phrasal verb, transitive, inseparable (cross, traverse)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We sometimes go across the road for a drink at the pub.

peşinde olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (pursue)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mark is now going after a Master's degree in science.

sözlü saldırıda bulunmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal, figurative (attack verbally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He really decided to go after him when he saw him flirting with his wife.

peşinden gelmek

phrasal verb, transitive, inseparable (be next, follow)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In the alphabet, the letter B goes after the letter A.

karşı gelmek

phrasal verb, transitive, inseparable (not comply with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you go against his wishes, he will make things difficult for you.

karşı olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (be in opposition to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To go against the mob takes courage.

planlandığı gibi yapmak

phrasal verb, intransitive (do [sth] as planned)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I can't come with you this weekend after all, but don't let that stop you; you go ahead.

gerçekleşmek

phrasal verb, intransitive (take place as scheduled) (planlandığı gibi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The meeting will go ahead.

ilerlemek

phrasal verb, intransitive (move, advance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Until yesterday, things had been going along quite nicely. We were going along at about 30 mph.

razı olmak

phrasal verb, intransitive (informal, figurative (consent, comply)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jeff wanted Rita to help him prank Martin, but she refused to go along.

rıza göstermek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (permit, consent to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I usually just go along with what she says to avoid any arguments.

aynı fikirde olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (support, agree with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Rachel is happy to go along with Harry's suggestion.

dönmek

phrasal verb, intransitive (rotate, revolve)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The baby watched the top go round and laughed. Each of the beautifully painted horses became visible as the carousel went around.

elden ele dolaşmak

phrasal verb, intransitive (be shared by all)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Do you think there'll be enough loaves and fishes to go around?

bulaşmak

phrasal verb, intransitive (illness: be transmitted) (hastalık)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There's a nasty strain of flu going around.

dolaşmak

phrasal verb, intransitive (be in a state habitually)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He goes around looking filthy. She goes about as if she owns the place.

yayılmak

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (circulate, spread)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There's a rumour going round that you're cheating on Tim.

ziyaret etmek

phrasal verb, intransitive (informal (pay a visit to [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'll go round to your place when I'm done.

girişmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (do energetically)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Chris was hungrily going at his food.

saldırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (attack: [sb]) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
One of the men went at Ed with a knife.

geri dönmek

phrasal verb, intransitive (return)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Frank left his wallet at home and had to go back to get it.

-e geri dönmek

(return to: a place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'd like to go back to Paris one day.

geri dönmek

(return: to partner) (eşine, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gina has decided to go back to her husband and try to make their relationship work.

geri dönmek

(revert) (kötü alışkanlığa, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ted seems to have gone back to his bad habits of drinking and gambling.

geri alınmak

phrasal verb, intransitive (clock: move back an hour) (saat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In the UK, the clocks go back by one hour at the end of British Summer Time.

geçmişe gitmek

phrasal verb, intransitive (be in the past)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My grandmother's memories go back a long way.

-e kadar uzanmak

(be in the past)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That song goes back to the Second World War.

geriye gitmek, geri geri gitmek

phrasal verb, intransitive (move in reverse)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The brakes failed on a hill and the car started going backwards.

ilerleme kaydedememek

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (make no progress)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gary feels that his career is going backwards.

aşmak, ötesine geçmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (exceed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To succeed, you must go beyond what the customer expects.

aşmak, ötesine geçmek

phrasal verb, transitive, inseparable (travel further than)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She went beyond the border.

geçmek

phrasal verb, intransitive (figurative (time: pass) (zaman)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I can't believe the holiday is already over. Time went by too quickly!

geçmek

phrasal verb, intransitive (move past)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The crowd watched as the parade went by.

yanından geçmek

phrasal verb, transitive, inseparable (move past)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The funeral procession went by the town hall.

delirmek, çıldırmak

phrasal verb, intransitive (slang (lose sanity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I think I'm going crazy: this morning I found my running shoes in the refrigerator.

sevinçten kudurmak

phrasal verb, intransitive (slang (show great enthusiasm) (argo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They scored a winning goal at the last possible moment and the fans went crazy.

manyaklaşmak

phrasal verb, intransitive (slang (do [sth] with abandon) (argo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

kudurmak

verbal expression (act in a deranged way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My mother went berserk when she found out about my bad grades.

bisiklete binmek

intransitive verb (informal (ride a bicycle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We are going to bike to the store.

motosiklete binmek

intransitive verb (informal (ride a motorcycle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Last weekend I went biking on my brother's 500cc motorcycle.

kuş gözlemlemek

intransitive verb (watch birds)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Every summer, Allison goes birding in Canada.

tekneyle gezmek

intransitive verb (travel by boat)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Sam likes to boat off the cape during his summer vacations.

bovling oynamak

intransitive verb (play tenpins, skittles)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We like to bowl on Wednesday nights.

mağaraları gezmek, mağara gezisi yapmak

intransitive verb (explore caves)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You need to be fit and healthy to cave, as it can be a strenuous activity.

gelip gitmek

verbal expression (walk to and fro)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
During recess the students are allowed to come and go as they please.

gelip gitmek

verbal expression (be intermittent)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The wireless reception is unreliable here, my connection keeps coming and going.

gelip geçici olmak

verbal expression (be fleeting)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
As the Great Depression taught us, financial security can come and go.

yengeç avlamak, yengeç tutmak

intransitive verb (catch crabs)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We went crabbing and caught two small crabs.

haydan gelen huya gider

expression (informal ([sth] is gained and lost quickly)

rahat tavırlı

expression (informal (relaxed attitude)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

balığa çıkmak

intransitive verb (go angling)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
On Sundays I go down to the river and fish.

kurbağa avlamak

intransitive verb (hunt frogs)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The little boys loved to go frogging down by the creek.

enerji

noun (slang (energy, motivation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Alan has plenty of get up and go, and is always busy with some new project.

denemek

expression (try)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Although Brian had never gone kayaking before, he suddenly decided to give it a go.

yurt dışına gitmek, yurt dışına çıkmak

(travel outside country)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stavros is planning to go abroad for the first time in his life.

izin

noun (informal (authorization)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

yapmaya başlamak

verbal expression (informal (do [sth] with permission)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Yes, of course you can have a snack; go ahead and help yourself to whatever you want.

yapmaya başlamak

verbal expression (informal (do [sth] without permission) (izinsiz)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sarah's parents said she couldn't go to the party, but she went ahead and did it anyway. I didn't have time to ask my boss if she wanted me to deal with the problem; I just went ahead and did it.

her yolu denemek, tüm yolları denemek

verbal expression (slang (make a full effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want to win the contest, you'll have to go all out.

elinden gelen herşeyi yapmak

verbal expression (slang (make a full effort) (bir şeyi yapmak için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
George went all out to impress his girlfriend.

gidip yapmak

verbal expression (informal (do [sth] foolish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My stupid brother went and broke his leg the day before the race!

dolanmak

(encircle, surround)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I had grown so fat that none of my belts would go around my waist.

çevresinden dolaşmak, etrafından dolaşmak

(change path to avoid hitting [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The radio advised of heavy traffic downtown, so we went around the city instead.

yoldan çıkmak

(figurative (person: deviate from what is right) (kişi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Marcia became a counselor in order to help teenagers who go astray.

yolunu şaşırmak, yoldan çıkmak, ters yola sapmak

(figurative, informal (item: become missing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Have you seen my hat? It's gone astray again.

hücum etmek

verbal expression (do energetically)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The two lions were going at the carcass fiercely.

saldırmak

verbal expression (attack)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boxers were going at each other fiercely.

ayrılmak, terk etmek

(leave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Margo told her son to stop disturbing her and go away.

çek git, git, bas git

interjection (leave!)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
I'm trying to do some work - go away!

yolculuğa çıkmak, seyahate çıkmak

(take a trip)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Oliver is planning to go away this weekend.

geri dönmek

verbal expression (revert to doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sheila went back to using drugs.

sözünden dönmek, sözünü tutmamak

verbal expression (break your word)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I can't believe that you, my own brother, would go back on your promise to loan me the money.

sözünden dönmek

verbal expression (not keep a promise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Janice went back on her word to help me with the cooking.

bozulmak

verbal expression (informal (food: become rotten) (yiyecek)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The fridge broke down and the food in it went bad.

ahlaksızlaşmak

verbal expression (slang (person: start behaving immorally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She used to be a good girl but she went bad when she met that awful boy.

kelleşmek

(lose your hair)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The idea of going grey doesn't bother me, but I'd hate to go bald.

iflas etmek

(be insolvent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company is deep in debt and is likely to go bankrupt soon.

önünden gitmek

(precede)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The travel guides go before the tourist group.

daha önce olmak, daha önceden meydana gelmiş olmak

(exist or happen previously)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This discovery eclipses everything that has gone before.

arkasından iş çevirmek

verbal expression (figurative, informal (act without [sb]'s knowledge) (birisinin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't go behind her back; if you think she's wrong, tell her directly.

kör olmak

intransitive verb (lose one's sight)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The patient went blind after she suffered a stroke.

iflas etmek, batmak

(informal (company: be bankrupt)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
She lost her job when the company went bust.

-e bakarak

(informal (use as guide)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Going by the map, the hotel should be on the corner of the next street on the right.

ile gitmek

(use for transport) (taşıt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Steve went by train to Oxford.

olarak tanınmak, olarak bilinmek

(be known as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The criminal goes by the nickname of 'The Black Cat'.

gitmek

verbal expression (informal (infantile language: leave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Come on, sweetheart, we've got to to go bye-bye.

yatmaya gitmek

verbal expression (informal (infantile language: go to sleep)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Say goodnight to Daddy, it's time to go bye-bye.

kampa gitmek

verbal expression (stay outdoors in a tent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The weather is going to be fine so let's go camping this weekend.

olumlu karşılanmak

verbal expression (informal, figurative (news: be welcome)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
News of an increase in profits went down well with investors in the company.

beğenilmek, beğeni toplamak

verbal expression (informal, figurative (performance: be enjoyed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The band were very good and they went down well with the fans.

aşağı gitmek

(travel down a slope)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A ball released on a slope will go downhill.

kötüye gitmek

(figurative (deteriorate) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company went downhill after it lost its best contract.

başarılı olmak

intransitive verb (figurative (be successful)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My sister's a very talented writer - she'll go far.

işe bak

interjection (mainly US, informal (expression incomprehension)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)

balığa çıkmak

verbal expression (try to catch fish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's go fishing at the lake today.

inmek, patlamak

(tyre) (lastik)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The front tyre on my bicycle has gone flat.

gazı kaçmak

(fizzy drink) (gazoz, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This fizzy lemonade has gone flat.

İngilizce öğrenelim

Artık going to'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.