İngilizce içindeki not really ne anlama geliyor?
İngilizce'deki not really kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte not really'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki not really kelimesi değil, değil, -mamak, -memek, olmaz, hiç de bile, hiç değil, şaşırmak, çekmek, tahammül etmek, kesinlikle, kesinlikle hayır, gözünü bile kırpmamak, uygunsuz olmak, umurunda olmamak, elbette ki hayır, elbette ki hayır, bulmak, unutmabeni çiçeği, takmamak, iplememek, siklemek, siklememek, olmazsa, yoksa, önemli değil, mühim değil, son olarak, çoğu zaman, işin şakası yok, önemli değil, mühim değil, zerre kadar, imkânsız olmak, olanaksız olmak, imkânsız, olanaksız, birçok, en ufak bir izi/belirtisi bile yok, çok, hiç kimse, kimsecikler, en ufak bir izi bile yok, yine mi, yasak, yok, hiç, fena değil, şöyle böyle, taşınmayacak olan, zaman kaybı olmak, hiçbir şekilde, hiçbir yolla, hakkını vermemek, yetersiz, hayır, anlaşamamak, geçinememek, vazgeçmemek, dertsiz olmak, hiçbir derdi/tasası olmamak, hiç ilgisi/alâkası olmamak, ilgisi olmak, hiç, hiç de değil, canı birşey yapmak istememek, havasında olmamak, (yahudiler için) kaşer/temiz olmayan, kabul edilemez, özellikle, gözden kaybetmemek, akıldan çıkarmamak, anlam ifade etmemek, anlamsız/manasız olmak, anlamsız olmak, manasız olmak, az, önemli olmamak, mühim olmamak, lafını esirgememek, sözünü esirgememek, aldırmamak, umursamamak, aldırış etmemek, umurunda olmamak, fark etmemek, çok az, bakılacak bir tarafı olmamak, güzel olmamak, katiyen, hiç, bu dünyaya ait olmayan, manevi yönü ağır basan, nadir olarak, nadiren, bununla kalmayıp, pek sayılmaz, tam doğru olmayan, çekinmemek, kaçınmamak, fena değil, çok değil, pek de, emin değilim, hoş karşılamamak, fazla üzerinde durmamak/düşünmemek, ve, fena değil, şöyle böyle, -e kadar, uygun olmayan, pek de, haklı nedene dayanmayan, sahip olmaya/elde tutmaya değmemek, sözünü etmeye değmemek, daha değil, hiç de yakın, neredeyse hiç, tabii ki hayır, duymazlıktan gelmek, önemli olmak, mühim olmak, olsa da olmasa da, hiç, niye ki, neden olmasın, bir sakıncası yok, yapmamayı tercih ederim, yapmasam iyi olur anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
not really kelimesinin anlamı
değiladverb (negation) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This apple is not green; it's red. "Has the boss arrived?" "Not yet." Bu elma yeşil değil kırmızıdır. |
değiladverb (denial) I am not guilty. |
-mamak, -memekadverb (refusal) (olumsuzluk) I do not want any sugar, thank you. |
olmazadverb (that it is not so) "Will your ex be at the party?" "I hope not!" |
hiç de bile, hiç değilinterjection (informal (ironic denial) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Yeah, she's so smart. NOT. |
şaşırmakphrasal verb, intransitive (be shocked, disapproving) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
çekmek, tahammül etmektransitive verb (not tolerate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I can't abide his smoking in the house. "I won't abide insolence or bad behaviour," said the schoolteacher. |
kesinlikleadverb (not in any way, not at all) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I will absolutely not have anything to do with him. |
kesinlikle hayırinterjection (not under any circumstances) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) You're not going to the party. Absolutely, not! |
gözünü bile kırpmamakverbal expression (figurative, informal (not react to) (tepki göstermemek) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joshua is so rich, he doesn't blink at paying $800 for a wristwatch. |
uygunsuz olmakverbal expression (be inappropriate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Your comment about your neighbor's wife was not called for. |
umurunda olmamakverbal expression (be unconcerned) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) So, what if you're upset? I don't care. |
elbette ki hayırinterjection (expressing refusal) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "Could I borrow your car?" "Certainly not!" |
elbette ki hayırinterjection (expressing denial) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "Did you drink the bottle of beer I left in the fridge?" "Certainly not!" |
bulmaktransitive verb (reach verdict on) (karara varmak) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The jury found the defendant guilty on all charges. Jüri davalıyı suçlu buldu. |
unutmabeni çiçeğinoun (plant with small blue flowers) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Forget-me-nots are my favorite flower. |
takmamak, iplememekverbal expression (slang, potentially offensive (not care) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't give a damn that my ex has a new girlfriend! |
siklemekverbal expression (vulgar, offensive, slang (not care) (argo) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) I don't give a f*** what you think. |
siklememekverbal expression (vulgar, slang (not care) (argo) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sally said she doesn't give a s*** what her unfaithful ex-husband does with his time. |
olmazsa, yoksaconjunction (if this is not the case) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Let's see if Pete is free this evening. If not, we can always go without him. |
önemli değil, mühim değilinterjection (it is unimportant or irrelevant) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) It doesn't matter what you say; I'm still going to do what I want. |
son olarakadverb (lastly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Last but not least, don't forget to ring me when you get there. Last but not least, I'd like to thank my husband for his support. |
çoğu zamanadverb (usually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Our children's clothes are, more often than not, made in China. |
işin şakası yoknoun ([sth] serious) Slipping on the ice is no laughing matter; you could break your neck. Buzda kayıp düşmek şakaya gelmez; boynun kırılabilir. |
önemli değil, mühim değiladjective (informal (a matter of little importance) It is not a big deal that your brother likes to drink a beer now and then. Knitting a sweater is not a big deal for Jane; she has been knitting since she was eight years old. |
zerre kadaradverb (informal (not at all) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Am I bothered about missing the show? Not a bit. I'm not a bit worried about this exam because I've revised really hard for it. |
imkânsız olmak, olanaksız olmaknoun (no possibility) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) There is not a chance he would ever win a foot race. |
imkânsız, olanaksızinterjection (impossible) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "Do you think Phil will lend us the money?" "Not a chance!" |
birçokadjective (quite a lot) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There were not a few vegetarians among us. |
en ufak bir izi/belirtisi bile yoknoun (no sign, no indication) There was not a hint of any sugar in that sour pie. |
çokadverb (a lot, a great deal) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I was not a little upset by his remarks. |
hiç kimse, kimseciklernoun (nobody) It was two o'clock in the morning and not a soul was on the streets. They got married and not a soul knew until a year later. |
en ufak bir izi bile yoknoun (no sign) Come April, there is not a trace left of the snow. There is not a trace of any sugar in this tea. |
yine miinterjection (expressing exasperation) Not again! I told you tomato sauce is hard to remove from white shirts! |
yasakadjective (forbidden, not permitted) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Dogs are not allowed in the park. |
yokadjective (irrelevant, not the case) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
hiçadverb (in no way, to no extent) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My boss was not at all pleased with my work, so he fired me. |
fena değil, şöyle böyleadjective (reasonably good) That sauce isn't very good, but it's not bad, either. |
taşınmayacak olanverbal expression (figurative (not change opinion) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Anne is completely against the idea, and will not be moved from her position. |
zaman kaybı olmakverbal expression (be a waste of time) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
hiçbir şekilde, hiçbir yollaexpression (in no way, by no method) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I will not by any means allow you to borrow my car. |
hakkını vermemekverbal expression (not show well) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That photograph does not do justice to her beauty. |
yetersizadjective (insufficient, too few or little) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The doctors tried everything they knew, but it was not enough to save him. |
hayırinterjection (slang (emphatic no) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) 'Would you go out with Mitch if he asked you?' 'Not even!' |
anlaşamamak, geçinememekverbal expression (not be friends) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My sister and I never really got along when we were growing up. |
vazgeçmemekverbal expression (persevere) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) John got tired in the middle of the race, but he did not give up. |
dertsiz olmak, hiçbir derdi/tasası olmamakverbal expression (not worry about anything) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He strolls through life as though he does not have a care. |
hiç ilgisi/alâkası olmamakverbal expression (be unrelated to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Baking a cake does not have anything to do with repairing a car. Being smart doesn't have anything to do with being strong. |
ilgisi olmakverbal expression (avoid contact with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Since she stole my earings, I do not have anything to do with her anymore. I'll not have anything to do with my ex-wife's new husband. |
hiç, hiç de değiladverb (not at all) Sure, you can borrow five dollars, I don't mind in the least. |
canı birşey yapmak istememek, havasında olmamakadjective (informal (disinclined, unwilling) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm not in the mood to listen to your lies. |
(yahudiler için) kaşer/temiz olmayanadjective (not edible for Jews) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Observant Jews do not eat pork because it is not kosher. |
kabul edilemezadjective (figurative, slang (legitimate) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Hey! Hitting under the belt is not kosher. |
özellikleadverb (notably) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The building is very impressive, not least because of its magnificent setting. |
gözden kaybetmemekverbal expression (keep in view) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Do not lose sight of your children around water. |
akıldan çıkarmamakverbal expression (figurative (remain focused on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Don't lose sight of your goal, you're almost there. |
anlam ifade etmemek, anlamsız/manasız olmakverbal expression (be illogical) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It does not make sense to butter your bread with axle grease. |
anlamsız olmak, manasız olmakverbal expression (be incomprehensible) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ainsley was drunk and what he was saying was not making sense. |
azadjective (few) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
önemli olmamak, mühim olmamakverbal expression (be unimportant) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It does not matter if you make a typing mistake; just back up and fix it. // Don't be upset about what happened; it doesn't matter. |
lafını esirgememek, sözünü esirgememekverbal expression (figurative (speak plainly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That man does not mince words; he will say exactly what he thinks. |
aldırmamak, umursamamak, aldırış etmemek, umurunda olmamakverbal expression (not upset) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I thought Dave might be upset that we didn't invite him, but he didn't mind. |
fark etmemekverbal expression (no preference) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't mind which day we go to the cinema as I'm free all week. |
çok azadjective (very little) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There isn't much food in the cupboard; I think we should go out for dinner. |
bakılacak bir tarafı olmamak, güzel olmamakadjective (informal (unattractive or unimpressive) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He's not much to look at, but he's got a good job and he's very nice. It's not much to look at, but it's home. |
katiyen, hiçadverb (nowhere near) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Two pounds of beef is not nearly enough to feed 50 people. The roast is not nearly cooked, so dinner will be delayed. |
bu dünyaya ait olmayanadjective (otherworldly) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Ghosts and goblins are not of this world. |
manevi yönü ağır basanadjective ([sb]; engrossed by spiritual matters) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Ruth is not of this world, and refuses to compromise her religious convictions. |
nadir olarak, nadirenadverb (infrequently, rarely) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
bununla kalmayıpadverb (not being restricted to) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Stargazing is not only educational, it's fun. |
pek sayılmazadverb (almost) The meat is not quite cooked enough. |
tam doğru olmayanadjective (slightly wrong) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It is a good translation, but that word choice is not quite right. |
çekinmemek, kaçınmamakverbal expression (face bravely) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Soldiers need to not shrink from their duties even in the heat of battle. |
fena değiladjective (better than anticipated) I thought I was going to hate my new job, but it's not so bad. |
çok değiladjective (less) It's not so much that you are cruel, more that you don't think things through. |
pek deadjective (little) No, there was not so much singing at the show. |
emin değilimadjective (unsure of [sth]) "Do you know when the movie starts?" "I'm not sure." |
hoş karşılamamakverbal expression (not welcome) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I do not take kindly to people who don't know me calling me 'honey'. |
fazla üzerinde durmamak/düşünmemekverbal expression (informal (be unimpressed by) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I did not think much of that artist's new exhibit, I thought it was trite. |
veconjunction (as well as) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) I've got to take the kids to school, not to mention do the shopping. |
fena değil, şöyle böyleadjective (OK) "How's the new job going?" "Not too bad, thanks." |
-e kadarconjunction (only when, only after) Not until your homework and your chores are finished may you watch TV. |
uygun olmayanpreposition (informal (not fit enough for) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He tried hard, but he was not up to the challenge. Your performance is not up to the standards we are looking for. |
pek deadverb (hardly, only a little) That's not very nice of you. I'm not very interested in football. |
haklı nedene dayanmayanadjective (not based on fact) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The evidence against John was not well founded, so he avoided prosecution. Your optimism about the stock market was clearly not well founded. |
sahip olmaya/elde tutmaya değmemekadjective (of no value) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The standard version is not worth having because it lacks the most-desired functions on the deluxe version. |
sözünü etmeye değmemekadjective (trivial, insignificant) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The slight inconvenience of having to wait is not worth mentioning. The tiny amount of sodium in grapefruit is not worth mentioning. |
daha değiladverb (not thus far) I am not yet fluent in Spanish. |
hiç de yakınpreposition (not close to) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The bank is nowhere near the library. |
neredeyse hiçpreposition (figurative, informal (not at all) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Your description is nowhere near accurate. |
tabii ki hayırinterjection (emphatic: certainly not) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "Would you kiss a frog?" he asked. "Of course not!" she replied. |
duymazlıktan gelmekverbal expression (dissimulate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She pretended not to hear him when he said that he loved her. Sevdiğini söylediğinde onu duymazlıktan geldi. |
önemli olmak, mühim olmakintransitive verb (have importance) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The fact that we have had no news of Tom for a month doesn't necessarily signify. |
olsa da olmasa daconjunction (no matter if, even if) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We'll go to the game whether or not it rains (or: whether it rains or not). |
hiçadverb (literary (in the slightest) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I care not a whit for your inane excuses. |
niye kiexpression (why is that not so?) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) You're not coming to the party? Why not? |
neden olmasıninterjection (informal (expressing openness to [sth]) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Yes of course you can come along – why not! |
bir sakıncası yokexpression (expressing openness to [sth]) A: Mum, can I stay over at Jess's house tonight? B: I can't see why not. |
yapmamayı tercih ederim, yapmasam iyi olurverbal expression (prefer not to) I'd rather not go to Spain again this year for our holidays. They would rather not have to make anyone redundant. |
İngilizce öğrenelim
Artık not really'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
not really ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.