İngilizce içindeki ser ne anlama geliyor?
İngilizce'deki ser kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte ser'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki ser kelimesi S harfi, K, G, yakın mesafe, iki adımlık yerde, çok yakınında, adem elması, gırtlak çıkıntısı, mesafeli, en kısa zamanda, mümkün olabildiğince çabuk, ön lisans derecesi, mesafede, bir kol boyu uzaklıkta, aleyhine, -in elinde, aklı başından gitmiş, ne yapacağını bilmeyen, fen bilimleri lisans derecesi, fen fakültesi mezunu, bekârlığa veda partisi, lisans derecesi, belkemiği, fırın, ekmek fırını, berber salonu, kontrolü eline almak, kapısını aşındırmak, eşek şansı, yerine, arkasından, kuş yuvası, lostromo, iç kısımlar, tam isabet, kasap (dükkânı), belirleyici özellik, göze çarpmak, aşçı şapkası, eczane, başa gelen şey, ördek kuyruğu, çağ, devir, kalan ömür, dişçi (muayenehanesi), dişçi koltuğu, şeytanın avukatı, -e dikkatini çekmek, yönetmen koltuğu, yöneticilik pozisyonu, dikkatini dağıtmak, dikkatini dağıtmak, muayenehane, oyuncak bebek evi, kurallar, kaideler, Down sendromu, Down sendromu, ehliyet, sürücü koltuğu, sürücü testi, kafasına sokmak, kuru temizleyici, en büyük çocuk, ellili yıllar, 50'ler, 1950'ler, Allah aşkına, tanrı aşkına, bence, benim fikrime göre, sıra dışı olma, sinirine dokunmak, ödediği paranın karşılığını almak, arkasından iş çevirmek, sarhoş etmek, başını döndürmek, keçi peyniri, iyi ki, neyse ki, hayalini gerçekleştirmek, dileğini/ricasını yerine getirmek, manav, yarar, market, konfeksiyon mağazası, yanında olmak, arkasında olmak, dalga geçmek, eğlenmek, -dır, -dir, -dı, -di, hay Allah, şerefine/şerefinize, hemen ardında olmak, -den sonra, hışmına uğramak, yerine, adına, -dır, -dir, -dur, -dür, -du, -du, -dı, -di, oldukça uzak, (olacağı, vb.) kesin/belli, çocuk oyuncağı, zamanı geldi, hele şükür, benim için farketmez, bana göre hava hoş, uzun zamandır, çok uzun zamandır, uzun zamandan beri, çok kolay, çocuk oyuncağı, tam vakti, tam zamanı, geç bile, önemli değil, mühim değil, kuyumcu dükkanı, kuyumcu anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
ser kelimesinin anlamı
S harfinoun (19th letter of alphabet) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Is there one S or two in “desiccate”? |
Kadjective (abbreviation (clothing size: small) (küçük boy, kıs.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The shirt comes in S, M, L, and XL. |
Gnoun (written, abbreviation (south) (Güney, kıs.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The instructions say to start by identifying which way is S. |
yakın mesafenoun (figurative, informal (short distance) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The distance from our house to hers is a stone's throw. |
iki adımlık yerdeexpression (figurative, informal (nearby) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We can easily walk to Martha's house; she lives a stone's throw away. |
çok yakınındaexpression (figurative, informal (near) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The shop is just a stone's throw from my house. |
adem elması, gırtlak çıkıntısınoun (prominent part of man's throat) (anatomi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A man's Adam's apple sticks out from his throat. |
mesafelinoun as adjective (figurative (not intimate) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
en kısa zamanda, mümkün olabildiğince çabukadverb (acronym (as soon as possible) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Please send your reply to the following address ASAP. |
ön lisans derecesinoun (US (2-year qualification) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) For an associate degree, it's not unusual for students to study part time. |
mesafedeadverb (figurative (at safe distance) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He has lied to me before, so I keep him at arm's length now. |
bir kol boyu uzaklıktaadverb (literal (at end of your arm) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The wild deer stood at arm's length from us. |
aleyhinepreposition (figurative (to detriment of [sb]) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
-in elindepreposition (because of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
aklı başından gitmişadjective (upset, frustrated) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Kathy was at her wit's end with worry when her son failed to come home from school. |
ne yapacağını bilmeyenadjective (unable to find a solution) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Having spent three hours unsuccessfully trying to fix the photocopier, Dave was at his wit's end. |
fen bilimleri lisans derecesinoun (graduate degree) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Richard has a Bachelor of Science from Lancaster University. |
fen fakültesi mezununoun (holder of science degree) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Kate is a Bachelor of Science in Chemistry. |
bekârlığa veda partisinoun (party for a husband-to-be) (erkekler için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Bachelor parties tend to be wild and crazy. // We're going to a nightclub for Simon's stag do. |
lisans derecesinoun (undergraduate qualification) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Most well-paying jobs today require at least a bachelor's degree. |
belkemiğinoun (figurative ([sth/sb] that supports) (bir şeyin, mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Jerry is the backbone of this office; it would never succeed without him. |
fırınnoun (informal (baker's shop) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I asked George to stop by the baker and pick up a loaf of bread. |
ekmek fırınınoun (store that sells bread, cakes) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bakery on Main Street sells delicious rye bread. |
berber salonunoun (men's hairdressing salon) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A spinning red, white, and blue pole denotes a barbershop. |
kontrolü eline almakverbal expression (figurative (have control) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If he thinks he can lead the team better, let him have the driver's seat. |
kapısını aşındırmakverbal expression (figurative (be keen to meet with [sb]) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you have a good idea, investors will beat a path to your door. |
eşek şansınoun (success despite inexperience) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Joe attributed his success to beginner's luck. |
yerinepreposition (in place of [sb]) (birisinin) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm phoning on behalf of my daughter, who has lost her voice. The millionaire sent somebody to bid on the painting on his behalf. |
arkasındanexpression (figurative, informal (without [sb]'s knowledge) (birisinin) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She often told lies about him behind his back. |
kuş yuvasınoun (structure built by a bird) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There is a bird's nest built in the tree outside my house. |
lostromonoun (ship's officer) (tayfa başı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
iç kısımlarplural noun (figurative (innermost part: of building, etc.) (mecazlı) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) The crew labored in the bowels of the building to repair the plumbing leak. |
tam isabetnoun (darts, archery: centre of target) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) John threw a dart, which hit the bull's eye. |
kasap (dükkânı)noun (meat shop, department) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The butcher is open until 5:00, but the rest of the store closes at 8:00. |
belirleyici özelliknoun (figurative (identifying mark, sign) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Serena dresses flamboyantly; brightly-colored clothing is her calling card. |
göze çarpmakverbal expression (be noticeable) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The bold designs and bright colours of these dresses really catch the eye. |
aşçı şapkasınoun (white starched hat worn by a chef) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
eczanenoun (UK (drugstore) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'm going to the chemist to get some milk of magnesia. |
başa gelen şeynoun (happen in [sb]'s life) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That is the worst thing that ever came my way. I have a feeling that some good luck will come your way soon. |
ördek kuyruğunoun (initialism (1950s men's hairstyle: duck's ass) (saç stili) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The movie is set in the 1950s, and all of the actors have DAs. |
çağ, devirnoun (past era) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In Caesar's day people used to wear togas. |
kalan ömürplural noun (remaining lifetime) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When I retire, I would like to live out my days in a cottage near the sea. |
dişçi (muayenehanesi)noun (dentist's office) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Alan went to the dentist because he had toothache. |
dişçi koltuğunoun (adjustable seat for dental patient) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He is sitting in the dentist's chair. |
şeytanın avukatınoun (figurative (argues for [sth] unpopular) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Can I play devil's advocate, and ask you a question? |
-e dikkatini çekmekverbal expression (attract notice, highlight) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'd like to direct your attention to the graph at the top of Page 5 in the report. |
yönetmen koltuğunoun (film director's seat) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The film director sat in the director's chair and gave instructions to the actors. |
yöneticilik pozisyonunoun (figurative (position of authority) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'm in the director's chair now. |
dikkatini dağıtmaktransitive verb (divert: [sb]'s attention) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boy distracted the woman's attention while his friend picked her pocket. |
dikkatini dağıtmaktransitive verb (divert: [sb]'s attention) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The nurse talked to the baby to distract his attention from the injection. |
muayenehanenoun (where you see a doctor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I went to the doctor's office to get a prostate exam. |
oyuncak bebek evinoun (miniature house for dolls) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Edgar built an elaborate dollhouse for his granddaughter. |
kurallar, kaidelerplural noun (informal (rules and regulations) Here's a useful list of dos and don'ts for keeping tropical fish. |
Down sendromunoun (abbr, informal (Down syndrome) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
Down sendromunoun (chromosome abnormality) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My brother was born with Down's syndrome. |
ehliyetnoun (permit to drive) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I've had my driver's license for 15 years. |
sürücü koltuğunoun (seat in vehicle for the driver) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The driving instructor sat in the passenger seat and the student sat in the driver's seat. |
sürücü testinoun (exam for learner drivers) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Gina failed her driver's test several times before finally passing. |
kafasına sokmakverbal expression (instill by repetition) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Our father, a clever but uneducated man, always drummed into our heads the importance of a good education. |
kuru temizleyicinoun (company: cleans clothing) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That suit's too delicate for the washing machine; you'll have to take it to the dry cleaner. |
en büyük çocuknoun (child: born first) (ailenin en büyük çocuğu) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My eldest is a lawyer; my other two daughters are still at college. |
ellili yıllar, 50'ler, 1950'lerplural noun (decade: 1950s) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) Some people feel nostalgia for the fifties, but they don't realize the social problems that were prevalent during that era, such as racism and sexism. |
Allah aşkına, tanrı aşkınainterjection (possibly offensive (expressing anger or frustration) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) For God's sake, leave me alone when I'm trying to read! |
bence, benim fikrime göreadverb (informal (in my opinion) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I know you won't change, but for what it's worth, I think that skirt looks awful on you. |
sıra dışı olmaplural noun (figurative (edge, outside mainstream) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Amy was out on the fringes when she was a student and wasn't used to being popular. |
sinirine dokunmakverbal expression (informal (irritate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Her husband's constant grumbling was starting to get on Olga's nerves. |
ödediği paranın karşılığını almakverbal expression (get good value) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When buying a computer, you need to do your research if you want to get your money's worth. |
arkasından iş çevirmekverbal expression (figurative, informal (act without [sb]'s knowledge) (birisinin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Don't go behind her back; if you think she's wrong, tell her directly. |
sarhoş etmekverbal expression (make drunk) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That glass of wine has gone straight to my head! |
başını döndürmekverbal expression (figurative, slang (make egotistical) (şöhret, zenginlik, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His one hit record went to his head, and now he is impossible to live with. |
keçi peynirinoun (dairy product) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She made an unusual pizza with goat cheese and sun dried tomatoes. |
iyi ki, neyse kiinterjection (UK, informal (it is fortunate) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Good job you remembered your umbrella! |
hayalini gerçekleştirmekverbal expression (fulfil [sb]'s dream) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Cinderella's fairy godmother granted her wish to go to the royal ball. |
dileğini/ricasını yerine getirmekverbal expression (fulfil [sb]'s request) (birisinin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Picasso granted Quinn's wish to photograph the artist at work. |
manavnoun (UK (shop selling fruit, vegetables) (dükkan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Janine picked up some kale and cucumbers at the greengrocer. |
yararnoun (figurative (fuel, fodder) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
marketnoun (colloquial (grocery store) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Can you stop at the grocer's and pick up some hamburger for tonight? |
konfeksiyon mağazasınoun (UK (shop, department: sells fabrics) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I bought fabric to make a new apron at the haberdashery. |
yanında olmak, arkasında olmakverbal expression (informal, figurative (be ready to defend) (birisinin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
dalga geçmek, eğlenmekverbal expression (joke about [sb]) (birisiyle) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The media is currently having a lot of fun at the disgraced politician's expense. |
-dır, -dircontraction (colloquial, abbreviation (he is) I love my uncle; he's the kindest man I know. |
-dı, -dicontraction (colloquial, abbreviation (he has) He's given me a whole load of chores to do by lunchtime. |
hay Allahinterjection (informal, dated (surprise) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Hell's bells! What has he done now? |
şerefine/şerefinizeinterjection (informal (toast) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Cheers, here's to you! |
hemen ardında olmakexpression (slang (close behind) (birisinin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The police officer was hot on the heels of the speeding driver. |
-den sonrapreposition (following) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the wake of the game the fans ran onto the pitch. In the wake of the Beatles' success a number of British bands released records in the US. |
hışmına uğramakverbal expression (cause anger) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The student incurred his teacher's wrath by playing truant again. |
yerine, adınaadverb (formal (in [sb] else's place or position) (birisinin) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I told my mother I would attend the funeral in her stead. |
-dır, -dir, -dur, -dürcontraction (colloquial, abbreviation (it is) It's almost time for us to leave. |
-du, -du, -dı, -dicontraction (colloquial, abbreviation (it has) It's been a difficult year for the whole family. |
oldukça uzakexpression (informal (It's quite a long way.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
(olacağı, vb.) kesin/belliexpression (it's a fact) There is going to be a big line-up for tickets: it's a given. It's a given that junk food is not good for your health. |
çocuk oyuncağıinterjection (informal (it's very easy) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) I don't think that arithmetic problem is difficult. It's a piece of cake! |
zamanı geldiinterjection (informal (impatience) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) It's about time you returned my book! |
hele şükürinterjection (informal (impatience) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "I'm going to apply for a job." "It's about time!" |
benim için farketmez, bana göre hava hoşexpression (informal (I have no preference.) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) You can stay or leave; it's all the same to me. |
uzun zamandırexpression (a lot of time has passed) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It's been a long time since I last saw him. |
çok uzun zamandır, uzun zamandan beripreposition (it's been a very long time since) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It's been ages since we all sat down together. |
çok kolay, çocuk oyuncağıexpression (it's extremely easy) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's so easy to do -- it's child's play, really. |
tam vakti, tam zamanıexpression (informal (urgency) It's high time I went to the doctor; I've postponed it four times. It's high time you found a job. |
geç bileexpression (informal (it is overdue) It seems like spring has finally arrived, and it is none too soon for me. |
önemli değil, mühim değilexpression (informal (it is not important) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "What's the problem?" "Oh, it's nothing." |
kuyumcu dükkanı, kuyumcunoun (sells, repairs jewelry) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
İngilizce öğrenelim
Artık ser'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
ser ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.