İngilizce içindeki an ne anlama geliyor?

İngilizce'deki an kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte an'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki an kelimesi bir, başına, bir, A, bir, bir, -yı, -yi, adında biri, diye biri, A, la notası, la anahtarı, A, a, A, Y, C, a, -e doğru, da, başı, başına, -de, -da, şaşırmak, kötü taklit, kısa sürede başarılı olmak, gözünü bile kırpmamak, sonuçlandırmak, neticelendirmek, anlaşmaya varmak, mutabakata varmak, anlaşma sağlamak, mutabakat sağlamak, sona ermek, çözümlenmek, sona ermek, bitmek, sekizde birlik kısım, kıt kanaat geçinmek, idare etmek, faktör, düşman, itici kuvvet, çok uzun zaman, alıştırma, fikir edinmek, genç ölmek, genç yaşta ölmek, genç yaşta mezara girmek, yarım saat, yarım saat, avantajlı/üstün olmak, etki yapmak/göstermek, sezmek, öngörmek, düşünmeden, düşüncesizce, hakaret, çift olmak, gözü üzerinde olmak, dikkatli olmak, Kur'an, Kur'an-ı Kerim, yumurtlamak, dinlemek, kulak vermek, randevu almak, -den randevu almak, randevu ayarlamak, kendini rezil etmek, çaba sarf etmek, çaba göstermek, girmek, çıkmak, gösterişli bir biçimde girmek/giriş yapmak, not düşmek, izlenim yaratmak, intiba uyandırmak, etkilemek, sonuca götüren araç/vasıta, deneyimli kimse, tecrübeli kimse, -te tecrübeli kişi, deneyimli kişi, aşırı düşkünlük, az miktar, dışa vurum, sınavı geçmek, sipariş vermek, son vermek, (birisini) tuhaf/zor bir duruma düşürmek, oldukça, yemin etmek, ant içmek, bir dereceye kadar, bir saatten az, bir saatin altında, niyetiyle, demir elle (yönetme) anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

an kelimesinin anlamı

bir

indefinite article (a, one)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Tania is eating an ice cream. Harry likes an omelette for breakfast.
ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Kahvaltıda bir omlet ısmarladı.

başına

indefinite article (each, per) (saat, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Music lessons cost one hundred dollars an hour.

bir

indefinite article (dated, formal (a: before certain words)

This is an historic moment.

A

noun (first letter of alphabet) (alfabenin ilk harfi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There are two a's in the name "Anna".
Armut kelimesi 'a' harfiyle başlar.

bir

indefinite article (indefinite article)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There's a monster under my bed.
Yatağımın altında bir canavar var.

bir

noun (one: before a number) (tane, adet)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He must have a thousand books. I've just won a million pounds!

-yı, -yi

noun ([sth] hypothetical, non-specific)

I like a challenge.
Mücadeleyi severim.

adında biri, diye biri

indefinite article (person called)

A Mr Smith asked to speak to you.
Bay Smith adında biri seninle görüşmek istedi.

A

noun (grade) (sınav notu)

I got an "A" in my history test.
Tarih sınavından "A" aldım.

la notası

noun (music: note) (müzik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The song begins on an A.
Şarkı la notasıyla başlıyor.

la anahtarı

noun (music: key) (müzik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They're playing Grieg's piano concerto in A-minor tonight.
Bu akşam Grieg'in la minör piyano konçertosu çalınacak.

A

noun (blood type) (kan grubu)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My blood type is A.
Kan grubum A'dır.

a

noun (indicating a subdivision) (alt bölüm)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What's the answer to question 3a?
Soru 3a'nın yanıtı nedir?

A

noun (indicating house number) (ev numarası)

Who lived at 221A Baker Street?

Y, C

noun (abbreviation (answer) (yanıt, cevap, kıs.)

Q: Who wrote "Hamlet"? A: William Shakespeare.
S: Hamlet'in yazarı kimdir? C (or: Y): William Shakespeare.

a

prefix (adjective: not, without) (olmayan anlamında)

For example: apolitical, arrhythmia
Örneğin: apolitik, aritmi

-e doğru

prefix (on, towards)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
For example: aback, aside

da

prefix (adjective: in the state of) (halinde anlamında)

For example: afire, asleep
Örneğin: uykuda

başı, başına, -de, -da

preposition (per, every, each)

The speed limit in residential areas is 30 miles an hour.
Yerleşim yerlerinde hız limiti saatte 30 mil'dir.

şaşırmak

phrasal verb, intransitive (be shocked, disapproving)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

kötü taklit

noun (poor example)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Frankly, this place is an apology for a hotel.

kısa sürede başarılı olmak

verbal expression (be immediately popular)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The TV show proved to be an instant success.

gözünü bile kırpmamak

verbal expression (figurative, informal (not react to) (tepki göstermemek)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Joshua is so rich, he doesn't blink at paying $800 for a wristwatch.

sonuçlandırmak, neticelendirmek

transitive verb (conclude, finish)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The conference was brought to an end in the late afternoon.

anlaşmaya varmak, mutabakata varmak, anlaşma sağlamak, mutabakat sağlamak

verbal expression (decide mutually)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The two men came to an agreement over the price of the secondhand car.

sona ermek

verbal expression (conclude)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
All good things must come to an end.

çözümlenmek

verbal expression (be resolved)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
With some therapy your internal conflict could finally come to an end.

sona ermek, bitmek

verbal expression (finish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
As the evening drew to a close, the orchestra played a final waltz.

sekizde birlik kısım

noun (fraction: 8th part)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Cut the pie into eighths.

kıt kanaat geçinmek, idare etmek

verbal expression (struggle to earn money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She ekes out an existence working two part-time jobs.

faktör

noun (factor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There was an element of luck involved when he won the race.

düşman

noun (person: opponent)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This environmentalist is an enemy of the government's policy on nuclear energy.

itici kuvvet

noun (figurative (stimulus) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This latest government policy is likely to prove the engine of the party's destruction.

çok uzun zaman

noun (informal, figurative (long time)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
School seemed to go on for an eternity.

alıştırma

noun (project, endeavor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Writing short stories was an exercise in technique for the author.

fikir edinmek

verbal expression (decide what you think)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't think I have enough information to form an opinion yet.

genç ölmek, genç yaşta ölmek, genç yaşta mezara girmek

verbal expression (die young)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Callum is going to an early grave if he doesn't adopt a healthier lifestyle.

yarım saat

noun (30 minutes)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It only takes me half an hour to get ready in the morning.

yarım saat

noun (30 minutes)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I ran for a good half hour. // It only takes me half an hour to get ready in the morning.

avantajlı/üstün olmak

verbal expression (figurative (be better)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He always uses superior materials in order to have an edge on the competition.

etki yapmak/göstermek

verbal expression (make an impact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Advertising takes a lot of money to have an effect.

sezmek, öngörmek

verbal expression (suspect, sense)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We had an inkling that the film might be a success, but we weren't sure.

düşünmeden, düşüncesizce

adverb (casually)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
One of the customers complained that the waiter had treated him in an offhand way.

hakaret

noun (offending action)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tom thought that being denied the job was a huge insult to him.

çift olmak

verbal expression (slang (be a couple)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are John and Lucy an item now?

gözü üzerinde olmak

verbal expression (informal (watch carefully)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When cooking soufflés, you need to keep an eye on them so they don't fall.

dikkatli olmak

transitive verb (informal (remain vigilant for) (bir şeye karşı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's important to keep an eye out for dangerous snakes in the bush. Keep an eye out for a parking spot.

Kur'an, Kur'an-ı Kerim

noun (Muslim holy book)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Devout Muslims read the Koran every day.

yumurtlamak

transitive verb (produce: egg)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
A hen can lay a few eggs per week, I think.
Sanırım, tavuklar haftada birkaç kez yumurtlar.

dinlemek

verbal expression (figurative, dated (listen to [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I need someone to talk to, Patricia is always willing to lend an ear.

kulak vermek

verbal expression (figurative, dated (listen) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
"Friends, Romans, countrymen, lend me your ears." - William Shakespeare

randevu almak

verbal expression (patient, client)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want an eye test, you need to make an appointment.

-den randevu almak

verbal expression (patient, client)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane had toothache, so she made an appointment with the dentist.

randevu ayarlamak

verbal expression (secretary, etc.: for [sb] else) (birisi için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
'I've made you an appointment to see Dr Smith at 4pm on Monday,' the receptionist said.

kendini rezil etmek

verbal expression (slang (do [sth] stupid)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jim made an ass of himself when he turned up at work wearing differently coloured socks.

çaba sarf etmek, çaba göstermek

verbal expression (try hard)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You could give up smoking if you just made an effort. Let's all make an effort to get along.

girmek

verbal expression (into room) (oda, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Charles made an entrance into the study.

çıkmak

verbal expression (onstage) (sahneye)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When she says "Ah, Romeo, Romeo!" it's time to make your entrance.

gösterişli bir biçimde girmek/giriş yapmak

verbal expression (grandly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The red carpet is the place for celebrities to make an entrance before awards ceremonies.

not düşmek

verbal expression (in log, diary)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dennis made an entry in his diary.

izlenim yaratmak, intiba uyandırmak

verbal expression (have impact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want to make an impression socially, it is very important to remember people's names.

etkilemek

verbal expression (have impact on [sb]) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lily has certainly made an impression on Alan.

sonuca götüren araç/vasıta

noun (method of achieving [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It doesn't matter that he lied; it was just a means to an end. The junta has promised new civilian elections; the coup was a means to an end.

deneyimli kimse, tecrübeli kimse

noun (figurative, informal (experienced person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Listen to your father when it comes to the family business; he's an old hand.

-te tecrübeli kişi, deneyimli kişi

noun (figurative, informal (experienced person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You'll do well to follow his advice; he's an old hand at this business.

aşırı düşkünlük

noun (figurative (wild indulgence in [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
David arrived at the buffet ready for an orgy of eating.

az miktar

noun (figurative (small amount) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mark's ordeal has really shaken him; he hasn't an ounce of courage left.

dışa vurum

noun (figurative (of grief, sympathy, etc.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
After her father died, Jessica received an outpouring of sympathy from her friends.

sınavı geçmek

verbal expression (abbr (be successful in a formal test)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Once you have passed the exam you will be awarded with a diploma.

sipariş vermek

verbal expression (make request to purchase [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please call the Chinese restaurant and place an order for hot and sour soup.

son vermek

transitive verb (stop, curtail)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The fall put an end to her skiing career. I'll put an end to this nonsense right away!

(birisini) tuhaf/zor bir duruma düşürmek

verbal expression (cause [sb] social embarrassment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Her thoughtless remarks about Janet put us all in an awkward position.

oldukça

adjective (intensifier before noun)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The 4th of July fireworks this year were quite a sight.

yemin etmek, ant içmek

verbal expression (pledge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The president took an oath to defend our constitution.

bir dereceye kadar

adverb (to a certain degree)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I'm only happy with the job you did to an extent.

bir saatten az, bir saatin altında

adverb (less than 60 minutes)

It takes under an hour to fly from Seville to Madrid.

niyetiyle

expression (in the hope of)

She dressed in her best clothes with an eye to making him notice her.

demir elle (yönetme)

adverb (figurative (severely, strictly)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She runs this department with an iron hand.

İngilizce öğrenelim

Artık an'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

an ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.