İngilizce içindeki clearer ne anlama geliyor?
İngilizce'deki clearer kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte clearer'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki clearer kelimesi şeffaf, saydam, açık, belirgin, bariz, net, engelsiz, berrak, pürüzsüz, açmak, temizlemek, temizlemek, bulutsuz, açık, parlak, canlı, duru, emin, temiz, berrak, tam, kesintisiz, şifresiz, önde, -den ari, uzakta, uzak, açık alan, açıklık, açılmak, ödenmek, sakinleşmek, yatışmak, toplamak, açmak, açık hale getirmek, saydamlaştırmak, şeffaflaştırmak, tahliye etmek, açmak, çözmek, aşmak, üzerinden geçmek, altından geçmek, yanından geçmek, arıtmak, aklamak, temize çıkarmak, onaylamak, net kazanç elde etmek, ödemek, onaylamak, geçmek, boşaltmak, tahliye etmek, yer açmak, toparlamak, toplamak, çekip gitmek, sıvışmak, - den toplanıp gitmek, boşaltmak, toplamak, toparlamak, açıklık getirmek, açıklığa kavuşturmak, düzelmek, iyileşmek, geçmek, düzelmek, tertiplemek, kaldırmak, çek git, git başımdan, çıkarmak, şeffaf plastik, şeffaf plastik, öksürmek, belirgin, tıraşlama kesmek, açık, bariz, kolay anlaşılır, duru, dupduru, uzak durmak, uzak durmak, uzak durun, yaklaşmayın, kaçınmak, sakınmak, açık ve net, açık seçik, açık, bariz, açıklık getirmek, netleştirmek, belirginleştirmek, açıkça anlatmak, uzak durmak, uzak durmak, gönül rahatlığıyla, suçluluk duymadan/vicdan azabı duymadan anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
clearer kelimesinin anlamı
şeffaf, saydamadjective (transparent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He poured water into a clear glass. Suyu saydam bir bardağın içine koydu. |
açık, belirginadjective (unambiguous) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The message of the new law is clear. Yeni kanunun verdiği mesaj çok açık. |
barizadjective (evident) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The truth is clear to us. |
netadjective (with sharp definition) (görüntü, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This television has a clear picture. |
engelsizadjective (view, path: unobstructed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The students have a clear view of the teacher. |
berrakadjective (limpid) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) They swam in clear mountain pools. |
pürüzsüzadjective (skin: flawless) (cilt, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You're so lucky to have such beautiful, clear skin! |
açmak, temizlemektransitive verb (unobstruct) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He had surgery to clear the blocked artery. Tıkalı damarlarını açmak için ameliyat oldu. |
temizlemektransitive verb (remove) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The ploughs have to clear snow from the roads. Bu işe başlamadan önce tüm risklerin giderilmesi gerekmektedir. |
bulutsuz, açıkadjective (cloudless) (hava) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The sky is clear today. |
parlak, canlıadjective (bright) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) That is a nice, clear, blue colour. |
duruadjective (of pure color) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Her eyes were a clear blue. |
eminadjective (with no uncertainty) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The soldiers are clear about their mission. |
temizadjective (free of guilt) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The police officer does his job with a clear conscience. |
berrakadjective (calm, serene) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I always leave my yoga class with a clear mind. |
tam, kesintisizadjective (without deductions) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You'll make a clear twenty thousand. |
şifresizadjective (not encoded) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The message was clear; no one had scrambled it. |
öndeadjective (sports: ahead) (spor) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The away team is now 20 points clear. |
-den ari(without debts or obligation) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's hard to get a loan that's clear of interest. |
uzakta, uzakadverb (away from) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Keep clear of him. He's dangerous. |
açık alan, açıklıknoun (unobstructed space) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He pushed through the opposing players and out into the clear, ready to receive the ball. |
açılmakintransitive verb (become clear) (hava, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The sky cleared after the rain. |
ödenmekintransitive verb (check, account: be settled) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The check will clear in five days. |
sakinleşmek, yatışmakintransitive verb (become free of anxiety, etc.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Just relax, and let your mind clear. |
toplamakintransitive verb (clean a table after eating) (masayı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'll serve dinner, and you clear when they have finished eating. |
açmak, açık hale getirmektransitive verb (remove [sth] unwanted from) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We will clear the land, and then plant new grass. |
saydamlaştırmak, şeffaflaştırmaktransitive verb (make transparent) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Clear the water with a fine mesh filter. |
tahliye etmektransitive verb (remove or disperse) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The police cleared the street of onlookers. |
açmak, çözmektransitive verb (disentangle) (düğüm, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let's clear our lines and resume fishing. |
aşmaktransitive verb (jump over) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The runner cleared all of the hurdles. Koşucu tüm engelleri aştı. |
üzerinden geçmektransitive verb (pass over) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The plane cleared the treetops. |
altından geçmektransitive verb (pass under) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The top of the trailer cleared the bridge with inches to spare. |
yanından geçmektransitive verb (pass by) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The lobster boat cleared the shoals safely. |
arıtmaktransitive verb (purify) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We cleared the air with a filter. |
aklamak, temize çıkarmaktransitive verb (acquit) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The court cleared the suspect of all charges. |
onaylamaktransitive verb (approve, give permission) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The security office cleared the visitors to enter. |
net kazanç elde etmektransitive verb (earn after expenses) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Anne cleared a million in income this year. Ayşe bu yıl bir milyon dolar net kazanç elde etti. |
ödemektransitive verb (eliminate: a debt) (borçları, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This final cheque will clear your debt. |
onaylamaktransitive verb (bank check: accept) (çek, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The bank cleared your check, so the purchase is now official! |
geçmektransitive verb (check: pass through) (gümrükten, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We will meet you after you clear customs. |
boşaltmak, tahliye etmektransitive verb (building, land: vacate) (bina, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) There was a fire alarm and everyone had to clear the building. |
yer açmaktransitive verb (schedule: make time available) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Kate cleared her schedule so that she could visit her mother in hospital. |
toparlamak, toplamakphrasal verb, transitive, separable (put away neatly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After the meal, Fiona began clearing away the plates. |
çekip gitmekphrasal verb, intransitive (slang (go away) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Josie's little brother was annoying her, so she told him to clear off. |
sıvışmakphrasal verb, intransitive (slang (leave a place) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The fire alarm went off and everybody had to clear out. |
- den toplanıp gitmek(slang (leave: a place) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My landlord's given me a week to clear out of my flat. |
boşaltmakphrasal verb, transitive, separable (space: remove clutter) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Anita cleared out all the closets in preparation for the move. |
toplamak, toparlamakphrasal verb, transitive, separable (make tidy) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Maria told the children to clear their toys up when they'd finished playing with them. |
açıklık getirmek, açıklığa kavuşturmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (clarify) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I was hoping that you could clear something up for me. |
düzelmek, iyileşmek, geçmekphrasal verb, intransitive (ailment: get better) (hastalık, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The doctor told me the rash would clear up in about six weeks. |
düzelmekphrasal verb, intransitive (weather: improve) (hava) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The weather soon cleared up and the sun came out. |
tertiplemek(remove clutter from) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you clear off the dining table, we can play cards there. |
kaldırmak(clutter: remove) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mike cleared the papers off his desk. |
çek git, git başımdaninterjection (slang (go away) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) I'm busy now - clear off! |
çıkarmakverbal expression (clutter: remove from a space) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We need to clear all the junk out of the attic. |
şeffaf plastiknoun (transparent material) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) These food containers are made of clear plastic. |
şeffaf plastikadjective (material: transparent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He carries his identification card in a clear plastic case to protect it from wear. |
öksürmekverbal expression (cough before speaking) (konuşmadan önce) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The butler respectfully cleared his throat. |
belirginadjective (figurative (unambiguous, well defined) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's a clear-cut case of fraud. |
tıraşlama kesmektransitive verb (forestry: cut all trees in an area) (orman) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Clear-cutting on steep slopes can cause erosion. |
açık, barizadjective (figurative (obvious) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The chief executive made his opposition to the proposal crystal clear. |
kolay anlaşılıradjective (figurative (easy to understand) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) His explanation was crystal clear. |
duru, dupduruadjective (water: pure, clean) (su) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She swam in the crystal-clear water. // The water up in the mountains is crystal clear. |
uzak durmak(not go near) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
uzak durmakverbal expression (not go near) (bir şeyden, birisinden) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
uzak durun, yaklaşmayınexpression (written (on sign: stay at a distance) (levha, işaret) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) |
kaçınmak, sakınmakverbal expression (figurative, informal (avoid) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
açık ve net, açık seçikadverb (loudly and clearly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I hear you loud and clear; we'll do the project your way. |
açık, barizadjective (figurative (obvious) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The voters sent a loud and clear message in favor of reforms. |
açıklık getirmektransitive verb (clarify, state clearly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Let me make clear that I don't object to the person, only to his policies. I just want to make it clear that I won't accept any swearing. |
netleştirmek, belirginleştirmekverbal expression (informal (be unambiguous about [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sandra likes to make it clear who's boss. |
açıkça anlatmakverbal expression (speak plainly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You must never do that again – have I made myself clear? |
uzak durmak(keep away) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Steer clear of that guy - he's trouble. |
uzak durmakverbal expression (informal (avoid) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I try to steer clear of fried foods. |
gönül rahatlığıyla, suçluluk duymadan/vicdan azabı duymadanadverb (without guilt) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I resigned immediately and left the office with a clear conscience. |
İngilizce öğrenelim
Artık clearer'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
clearer ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.