İngilizce içindeki looked ne anlama geliyor?

İngilizce'deki looked kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte looked'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki looked kelimesi bakmak, bakmak, araştırmak, -e bakmak, içine bakmak, görünmek, gözükmek, görünmek, Bak, bakış, bakış, gözle muayene, görünüm, görünüş, bakış, stil, çekicilik, aramak, bakmak, -e bakmak, gözden geçirmek, araştırmak, -e odaklanmak, bakmak, bakımını üstlenmek, bakmak, bakımını üstlenmek, gözetmek, idare etmek, ileriye bakmak, ileriye bakmak, (birşey) aramak, bakışlarını çevirmek, arkaya bakmak, geçmişi düşünmek, geriye dönüp bakmak, geriye dönüp bakmak, geçmişe dönüp bakmak, ötesine bakmak, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek, aşağılamak, tepeden bakmak, küçük görmek, küçümsemek, aramak, ileriyi düşünmek, dört gözle beklemek, can atmak, yanına uğramak, araştırmak, araştırmak, uzaklara dalıp gitmek, izlemek, seyretmek, olarak görmek, dikkatli olmak, -den dışarı bakmak, -e karşı dikkatli olmak, göz kulak olmak, görmezden gelmek, -den bakmak, görmezden gelmek, incelemek, yukarı bakmak, araştırmak, bakmak, uğramak, düzelmek, örnek almak, olarak görmek, bakmak, kızgın bakış, öfkeli bakış, detaylı inceleme, ayrıntılı inceleme, detaylı araştırma, ayrıntılı araştırma, pis bakış, kötü bakış, bakmak, muayene etmek, birbirine benzemek, bakınmak, teftiş etmek, -e bakınmak, bütününe bakmak, aşağı bakmak, aptal gibi görünmek, eğlenceli görünmek, güzel görünmek, iyi görünmek, iyi gitmek, gözünü dikip bakmak, gözlerinin içine bakmak, geleceğe bakmak, benzemek, görünmek, -cak gibi olmak, kınayan bakış, bakmak, (olaylara, vb.) iyi tarafından bakmak, iyimser ol, şöyle bir bakmak, göz gezdirmek, iyice incelemek, göz atma, çabuk ol, acele et, şık olmak, şık görünmek, salak/budala gibi görünmek, bakışlarını çevirmek, başka tarafa bakmak, görmezlikten gelmek, -e doğru dönmek, bel bağlamak, istemek, arzu etmek, gibi görünmek, gibi gözükmek, bak!, bakılacak bir tarafı olmamak, güzel olmamak, ikinci bakış, tekrar bakma/değerlendirme, bakmak, incelemek, bir kez daha bakmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

looked kelimesinin anlamı

bakmak

intransitive verb (cast eyes in a direction) (bir yöne doğru)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He looked to his right.
Soluna baktı.

bakmak, araştırmak

intransitive verb (examine visually)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Let me look to see if there is a water leak.
Bir su sızıntısı olup olmadığına bakayım.

-e bakmak

(watch, direct attention to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Look at me when I'm talking to you!

içine bakmak

(see inside [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Frank looked in the fridge to see if there was any milk.

görünmek, gözükmek

intransitive verb (+ adj: appear to be)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
James looked tired when he arrived last night.
Dün gece geldiğinde yorgun görünüyordu.

görünmek

intransitive verb (+ adj: appear)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Marina looks awful in that outfit.

Bak

interjection (when making a point)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Look, I've had enough of your insolence; do as you're told!

bakış

noun (act of looking)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The blonde girl noticed Dan's look and returned it.

bakış

noun (expression directed at [sb])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
She silenced him with an angry look.
Kızgın bir bakışla adamı susturdu.

gözle muayene

noun (visual examination)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Zara had no chance of a look at the text before the exam.

görünüm, görünüş

noun (uncountable (appearance)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The children's toy had the look of a real phone.
Oyuncak telefon, sahici telefon görünümündeydi.

bakış

noun (long: gaze, stare)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The child's look was starting to make Josh feel very uncomfortable.

stil

noun (fashion: style) (moda)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I like her look; it is part urban, part punk.

çekicilik

plural noun (informal (physical attractiveness)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Joe is a handsome guy, but he uses his looks to get what he wants.

aramak, bakmak

verbal expression (seek, intend) (iş, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Richard was looking to find a job at the local factory.

-e bakmak

intransitive verb (to front on)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This house has five windows that look to the street.

gözden geçirmek

(figurative (analyze)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The detective tried to look at all the facts.

araştırmak

(figurative (examine, deal with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This article looks at similarities in the work of these two philosophers.

-e odaklanmak

(figurative (pay attention to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ben decided that the past was behind him and that it was time to look to the future.

bakmak, bakımını üstlenmek

phrasal verb, transitive, inseparable (UK (child: be guardian) (çocuk, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Who will look after the children while we're away?

bakmak, bakımını üstlenmek

phrasal verb, transitive, inseparable (UK (pet, plant: tend) (hayvan, bitki, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Will you look after my fish while I'm away?

gözetmek

phrasal verb, transitive, inseparable (UK (concern yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He's looking after his own interests, as usual.

idare etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (UK (manage, run)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Could you look after the shop for ten minutes while I run a few errands?

ileriye bakmak

phrasal verb, intransitive (see what is in front)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you are the driver, it's best to look ahead on the road.

ileriye bakmak

phrasal verb, intransitive (figurative (think of the future) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company is looking ahead to the future and hopes to expand its business.

(birşey) aramak

(seek in surrounding area)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I misplaced my keys, so I'll have to look around for them.

bakışlarını çevirmek

phrasal verb, intransitive (avert one's eyes)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The little boy knew he was in trouble and when the teacher looked at him he had to look away. It was a horror movie and I had to look away much of the time!

arkaya bakmak

phrasal verb, intransitive (look behind)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
"Don't look back. Whatever's chasing you might be gaining on you." - Satchel Paige

geçmişi düşünmek

phrasal verb, intransitive (figurative (reminisce)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I look back on all the times we shared, I wish for those days again.

geriye dönüp bakmak

phrasal verb, intransitive (figurative (dwell on the past)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
As I look back on the past, I must remind myself to look towards the future to better days.

geriye dönüp bakmak, geçmişe dönüp bakmak

(recall, reminisce about)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I look back on my years in school and smile.

ötesine bakmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (consider more than)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Look beyond his looks; consider his personality.

küçümsemek, küçük görmek, hor görmek, aşağılamak

phrasal verb, intransitive (lower one's gaze)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gary looked down in shame as the teacher told him off.

tepeden bakmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (feel superior to) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is wrong to look down on people less fortunate than yourself.

küçük görmek, küçümsemek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (consider inferior)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
These were rich girls who looked down on cheap clothes.

aramak

phrasal verb, transitive, inseparable (search for, seek)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Some people look for love on the internet. I looked for you, but I couldn't find you.

ileriyi düşünmek

phrasal verb, intransitive (figurative (think about the future)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
On New Year's Day, many of us like to look forward and think about the positive changes we can make over the coming year.

dört gözle beklemek

phrasal verb, transitive, inseparable (await [sth] with excitement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We look forward to our summer holiday every year.

can atmak

phrasal verb, transitive, inseparable (long for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I look forward to the day when I can afford to retire.

yanına uğramak

(visit or check in passing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
While I'm in town I should look in on my parents. Please look in on the baby and make sure she's tucked in.

araştırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (try to find)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We are looking into ways of increasing our effectiveness.

araştırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (investigate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The detective looked into the murder. We have received your complaint, and we will look into it.

uzaklara dalıp gitmek

phrasal verb, intransitive (gaze into the distance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

izlemek, seyretmek

phrasal verb, intransitive (watch)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
While my father taught me to swim, my mother looked on from the shore.

olarak görmek

phrasal verb, transitive, inseparable (regard, consider: as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I always looked upon him as a brother.

dikkatli olmak

phrasal verb, intransitive (be careful!)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Look out, an earthquake just started!

-den dışarı bakmak

phrasal verb, intransitive (observe from indoors)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you look out from the window, you can see the ocean.

-e karşı dikkatli olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (stay vigilant)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You must look out for snakes when walking in these hills.

göz kulak olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (person: take care of) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jimmy's brothers have looked out for him since their parents died.

görmezden gelmek

phrasal verb, transitive, inseparable (disregard, not be distracted by)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was difficult to look past the unsightly mole on his face.

-den bakmak

phrasal verb, transitive, inseparable (observe via: [sth] transparent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can see the individual cells if you look through the microscope. Look through the window and tell me what you see.

görmezden gelmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (appear not to see, be oblivious to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I said hello but he looked right through me.

incelemek

phrasal verb, transitive, inseparable (search through, survey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Can I look through those old clothes before you throw them out in case there is something I like? My boss looked through the papers before signing them.

yukarı bakmak

phrasal verb, intransitive (lift your gaze)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want to feel tiny, look up and see the stars at night.

araştırmak

phrasal verb, transitive, separable (seek information)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you don't know who Ada Lovelace was, look her up online.

bakmak

phrasal verb, transitive, separable (word: find meaning) (sözlüğe, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If I don't understand a word, I look it up in the dictionary.

uğramak

phrasal verb, transitive, separable (informal (try to contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Look me up the next time you're in town.

düzelmek

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (situation: improve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've been through a tough time this past year, but things are starting to look up.

örnek almak

phrasal verb, transitive, inseparable (admire and respect [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ideally, children should look up to their parents.

olarak görmek

phrasal verb, transitive, inseparable (regard, consider: as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I look upon television as a bad influence.

bakmak

phrasal verb, transitive, separable (literary (gaze at, take in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The sculptor looked upon his latest creation with pride.

kızgın bakış, öfkeli bakış

noun (facial expression of anger)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Olivia gave her husband an angry look.

detaylı inceleme, ayrıntılı inceleme

noun (more thorough examination)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

detaylı araştırma, ayrıntılı araştırma

noun (more thorough examination)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

pis bakış, kötü bakış

noun (informal (face: resentful expression)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He gave her a dirty look when she testified against him.

bakmak

verbal expression (look at)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
These family photos are great. Have a look.

muayene etmek

verbal expression (examine, inspect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let the doctor have a look at your rash.

birbirine benzemek

(resemble each other)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Adam and his brother look alike, don't you think?

bakınmak

(seek [sth] in surrounding area)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I've been looking around everywhere, but I can't find my reading glasses.

teftiş etmek

(inspect)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Safety inspectors will be looking around the factory today.

-e bakınmak

(browse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Sarah spent the afternoon looking around the local shops.

bütününe bakmak

verbal expression (figurative (consider [sth] in its wider context) (bir olayın)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

aşağı bakmak

verbal expression (observe from high up)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
From the top of the tower you can look down upon the whole city.

aptal gibi görünmek

verbal expression (appear silly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He tried to sing a song at the karaoke bar while drunk and ended up looking foolish. Sally looked foolish when she fell down the stairs.

eğlenceli görünmek

(informal (appear enjoyable)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That looks fun. May I join in?

güzel görünmek

(have an attractive appearance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tina would look good if she smiled. You're looking good tonight!

iyi görünmek

(seem appealing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Those waves look good for surfers. That fish looks good!

iyi gitmek

(seem to be going well)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The project isn't finished yet, but it's looking good.

gözünü dikip bakmak

verbal expression (look directly at)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

gözlerinin içine bakmak

verbal expression (not feel ashamed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Can you look me in the eye and tell me you didn't cheat on the test?

geleceğe bakmak

verbal expression (figurative (make predictions)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The fortune teller claimed she could look into the future.

benzemek

(resemble) (birisine, bir şeye)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This table looks like the one we have at home. Lucy looks like her aunt.

görünmek

(informal (appear that)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It looks like we'll have to cancel our holiday.

-cak gibi olmak

(informal (indicate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's beginning to look like rain.

kınayan bakış

noun (frown, scowl)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His attempts to make the audience laugh at his crude jokes were met with looks of disapproval.

bakmak

(have a view)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The window looks on the meadow.

(olaylara, vb.) iyi tarafından bakmak

verbal expression (informal (consider positive aspects)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you always look on the bright side, you will be a much happier person.

iyimser ol

interjection (informal (consider positive aspects)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Look on the bright side: if you have nothing, you've got nothing to lose!

şöyle bir bakmak, göz gezdirmek

(examine quickly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctor looked Fred over and could find no evidence of broken bones.

iyice incelemek

(inspect thoroughly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The inspector looked over the restaurant for code violations.

göz atma

noun (informal (quick inspection)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The jeweller gave the diamond a look-over and declared it genuine.

çabuk ol, acele et

interjection (UK, figurative, slang (hurry)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Look sharp! I want to get there on time.

şık olmak, şık görünmek

(figurative, informal (be stylish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Everyone looked sharp at the awards ceremony.

salak/budala gibi görünmek

intransitive verb (appear foolish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Take off that outrageous hat. You look silly!

bakışlarını çevirmek, başka tarafa bakmak

verbal expression (look in the opposite direction)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't just look to your right when you cross the street; look the other way as well.

görmezlikten gelmek

verbal expression (figurative (ignore [sth] bad)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That judge looks the other way when members of his own staff commit minor crimes.

-e doğru dönmek

(turn to [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Unsure what to do, Sue looked to Mark, who was seated to her left.

bel bağlamak

verbal expression (turn for guidance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Children look to their parents for guidance.

istemek, arzu etmek

verbal expression (informal (intend, seek)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm not looking to buy a set of encyclopedias right now.

gibi görünmek, gibi gözükmek

verbal expression (appear)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That couch looks to be about 50 years old.

bak!

interjection (used for drawing attention)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Look! I think it's a UFO!

bakılacak bir tarafı olmamak, güzel olmamak

adjective (informal (unattractive or unimpressive)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He's not much to look at, but he's got a good job and he's very nice. It's not much to look at, but it's home.

ikinci bakış, tekrar bakma/değerlendirme

noun (informal (further attention)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
At first I thought the student's essay was hopeless, but a second look revealed some promising passages.

bakmak

verbal expression (informal (look casually at [sth/sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
There's a sale on at this gallery; shall we take a look?

incelemek

verbal expression (informal (inspect, investigate [sth/sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't know much about engines but I'll take a look.

bir kez daha bakmak

verbal expression (informal (re-examine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's take a second look: we may have missed some important clues.

İngilizce öğrenelim

Artık looked'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.