İngilizce içindeki pulled ne anlama geliyor?

İngilizce'deki pulled kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte pulled'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki pulled kelimesi çekmek, asılmak, çekiştirmek, çekmek, çıkarmak, çekiş, cazibe, çekmek, kürek çekmek, sevgili bulmak, iş çevirmek, asılmak, çekmek, çekmek, kaldırmak, numune almak, örnek almak, incitmek, çekmek, iş çevirmek, düşürmek, öne geçmek, önüne geçmek, geride bırakmak, -i geride bırakmak, parçalara ayırmak, geri çekilmek, kalkmak, arayı açmak, geri çekilmek, desteklemek/tarafını tutmak, gelmek, kazanmak, çekmek, tutuklamak, çıkarmak, becermek, yakıştırmak, kenara çekmek, pull off tekniğiyle çalmak, giymek, çekiştirmek, çekmek, yola çıkmak, ilişkisini kesmek, çekilmek, kenara çekmek, durdurmak, hayatta kalmak, durmak, kaldırmak, komik yüz ifadeleri yapmak, çekmeli, tekerlekli çekmeli oyuncak, sertçe eleştirmek, çekip ayırmak, geri çekmek, indirmek, yıkmak, yanına park etmek, pull off tekniği, çıkarmak, çekmek, çekmek, çekilme, koparılacak sayfa, kenara çekmek, ipleri elinde tutmak, namlu temizleyici, birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, elbirliğiyle çalışmak, toplamak, azarlamak, azarlamak, aklını başına topla, barfiks, son tüketim tarihi anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

pulled kelimesinin anlamı

çekmek

transitive verb (draw nearer)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He pulled the computer towards himself.
Bilgisayarı kendisine doğru çekti.

asılmak, çekiştirmek

transitive verb (tug)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The girl pulled her father's coat.
Küçük kız babasının paltosunu çekiştirdi.

çekmek

transitive verb (squeeze)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Pull the trigger firmly.

çıkarmak

(take out)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The secretary pulled the file from the cabinet.

çekiş

noun (physical: tug)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His strong pull finally got the rope to release.

cazibe

noun (figurative (emotional: lure) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The pull of the beach finally made him move to California.

çekmek

intransitive verb (tug, haul) (yük, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Don't stop pulling, even if you get tired.

kürek çekmek

intransitive verb (row)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Keep pulling! We need to get to shore in fifteen minutes.

sevgili bulmak

intransitive verb (UK, slang (find sexual partner)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gemma and Jim were getting on so well, he was sure he'd pulled.

iş çevirmek

transitive verb (slang (do: [sth] sneaky)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't pull any silly tricks at dinner.

asılmak, çekmek

transitive verb (row with oars) (kürek, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She pulled the oars as hard as she could in an attempt to win the race.

çekmek

transitive verb (informal (take out) (silah, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The policeman pulled a gun on the robber.

kaldırmak

transitive verb (slang (remove)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We had to pull the item from our stores when it was found to be faulty.

numune almak, örnek almak

transitive verb (printing: take a sample)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The printer pulled a proof of the new plate.

incitmek

transitive verb (strain: a muscle) (kas, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He pulled his leg muscle and had to stop playing in the game.

çekmek

transitive verb (informal, often passive (tooth: extract) (diş)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I've just had a tooth pulled and it hurts.

iş çevirmek

transitive verb (US, slang (stunt, trick: play) (birisinin arkasından)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
How could you pull such a mean trick on me?

düşürmek

transitive verb (UK, slang (attract [sb] sexually) (sevgili, manita)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You'll never pull a bird with that awful chat-up line!

öne geçmek

phrasal verb, intransitive (move to the front)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

önüne geçmek

(overtake)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

geride bırakmak

phrasal verb, intransitive (figurative (excel, outdo: competitors) (rakipleri)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

-i geride bırakmak

(figurative (excel, outdo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

parçalara ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (disassemble, take to pieces)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
When she saw that her inquisitive son had pulled apart the stereo, she scolded him.

geri çekilmek

phrasal verb, intransitive ([sb]: retreat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She pulled away just as he was about to kiss her.

kalkmak

phrasal verb, intransitive (vehicle: move off)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After he received his food, the driver pulled away from the drive-through window.

arayı açmak

phrasal verb, intransitive (move ahead)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The sprinter pulled away from the rest of the runners.

geri çekilmek

phrasal verb, intransitive (retreat, flinch)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The child pulled back as the nurse tried to inject him.

desteklemek/tarafını tutmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal, figurative (favour, support)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can win! We're all pulling for you.

gelmek

phrasal verb, intransitive (vehicle: stop, park) (taşıt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When her dad's car pulled in beside the house, she ran out to greet him.

kazanmak

phrasal verb, transitive, separable (earn, acquire)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The movie pulled in $20 million in its first week of release.

çekmek

phrasal verb, transitive, separable (crowds: attract, draw) (izleyici, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Circuses are not so popular today, but they used to pull in huge crowds.

tutuklamak

phrasal verb, transitive, separable (mainly UK (police: detain, arrest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police pulled Jake in for questioning about the burglary.

çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (remove: clothing) (giysi, v.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He pulled off his shirt.

becermek

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (succeed in doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The spy was able to pull off his mission with none the wiser. He surprised me - I didn't think he could pull it off.

yakıştırmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (look, clothing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Not many people could pull off that shirt with those trousers, but it actually looks good on you!

kenara çekmek

phrasal verb, intransitive (vehicle: turn off road) (taşıt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We should pull off at the restaurant ahead.

pull off tekniğiyle çalmak

phrasal verb, intransitive (guitar-playing technique) (gitar)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Knowing how to pull off will help a guitarist to play faster.

giymek

phrasal verb, transitive, separable (clothing: put on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She pulled on a sweater and jeans and went to investigate the noise.

çekiştirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (tug at)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The little boy pulled impatiently on his mother's arm.

çekmek

phrasal verb, transitive, inseparable (stretch)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please don't pull on that sweater, you will ruin it.

yola çıkmak

phrasal verb, intransitive (vehicle: move off)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Remember to check your mirror and signal before you pull out.

ilişkisini kesmek

phrasal verb, intransitive (withdraw involvement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is too late to pull out once you have signed the contract.

çekilmek

(withdraw involvement in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new president was forced to make a decision as to whether or not to pull out of the war.

kenara çekmek

phrasal verb, intransitive (move vehicle to kerb) (taşıt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When he saw the flashing lights in the rear-view mirror, he pulled over.

durdurmak

phrasal verb, transitive, separable (often passive (police: stop vehicle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police pulled us over for speeding.

hayatta kalmak

phrasal verb, intransitive (figurative (survive, recover)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After her terrible accident, we weren't sure if she would pull through, but she did, thank God!

durmak

phrasal verb, intransitive (vehicle: stop) (taşıt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The taxi pulled up to the curb, and the woman got out.

kaldırmak

phrasal verb, intransitive (pilot: raise aircraft) (uçak)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The plane was losing altitude when suddenly the pilot pulled up.

komik yüz ifadeleri yapmak

verbal expression (informal (make silly facial expression)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To make me laugh, my dad made funny faces at me.

çekmeli

adjective (able to be pulled)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

tekerlekli çekmeli oyuncak

noun (toy for pulling)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

sertçe eleştirmek

(figurative (criticize harshly)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The following speaker pulled my theory apart.

çekip ayırmak

(remove)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She pulled away the sheet to reveal the sculpture.

geri çekmek

(draw aside: curtain, cover)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Doris pulled the curtain back and peered out of the window.

indirmek

(draw downwards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I always pull down the shades at night.

yıkmak

(building: demolish) (bina, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They pulled down the old movie theater to make way for new houses.

yanına park etmek

(park vehicle beside) (bir şeyin)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

pull off tekniği

noun (guitar-playing technique) (gitar)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The guitar player was practising his pull-offs.

çıkarmak

(figurative, informal (person: remove from project) (projeden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My boss pulled me off the project with no explanation.

çekmek

(extract, remove)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dentist pulled out the infected tooth.

çekmek

(withdraw)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Shay's parents were unhappy with the academic standards at her school, so they pulled her out.

çekilme

noun (withdrawal, esp. of involvement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Following the army's pull-out from the region, their bases fell into disrepair.

koparılacak sayfa

noun (part of magazine) (dergi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This magazine includes an eight-page pull-out on the royal wedding.

kenara çekmek

(draw aside) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She pulled him over and had a quiet word about his behaviour.

ipleri elinde tutmak

verbal expression (figurative (be in control)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She's the one who pulls the strings in that marriage.

namlu temizleyici

noun ([sth] used to clean gun barrel)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, elbirliğiyle çalışmak

(figurative, informal (make a joint effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Everyone pulled together to make the concert a success.

toplamak

(assemble, gather)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Brian pulled a team together to come up with a plan.

azarlamak

(figurative, informal (reprimand)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Whenever I use bad grammar, my English teacher pulls me up.

azarlamak

verbal expression (figurative, informal (reprimand for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ruth pulled her son up on his bad language.

aklını başına topla

interjection (informal (regain composure)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Stop crying and pull yourself together.

barfiks

noun (usually plural (gym exercise)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Pull-ups are good for building up your arm muscles.

son tüketim tarihi

noun (on food packaging)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

İngilizce öğrenelim

Artık pulled'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

pulled ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.