İngilizce içindeki brought ne anlama geliyor?

İngilizce'deki brought kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte brought'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki brought kelimesi getirmek, yanında getirmek, beraberinde getirmek, yanında getirmek, beraberinde getirmek, ikna etmek, getirmek, kazandırmak, dava açmak, ilgisini çekmek, gerçekleştirmek, getirmek, alıp getirmek, geri getirmek, geri getirmek, hatırlatmak, tekrar açmak, yeniden açmak, kusmak, çıkarmak, yakınlaştırmak, çökertmek, moralini bozmak, meydana getirmek, öne almak, getirmek, getirmek, getirmek, başarıyla yapmak, neden olmak, sebep olmak, yol açmak, sahneye getirmek, ortaya çıkarmak, vurgulamak, yayınlamak, ayıltmak, ikna etmek, ayıltmak, bahsetmek, bahis açmak, çocuk yetiştirmek, çocuk büyütmek, kusmak, yediklerini çıkarmak, hayata döndürmek, yaşama döndürmek, tekrar uygulamaya geçirmek, hodri meydan, yap da görelim, getirmek, sonuçlandırmak, neticelendirmek, canlandırmak, hayat vermek, hayat vermek, gün ışığına çıkarmak, akla getirmek, bir araya getirmek, bir araya toplamak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

brought kelimesinin anlamı

getirmek

transitive verb (carry [sth]) (taşımak anlamında)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bring that chair over here, will you?
O sandalyeyi buraya getirir misin?

yanında getirmek, beraberinde getirmek

transitive verb (take [sth] with you)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Should I bring some wine with me?
Bir şişe şarap getirmemi ister misin?

yanında getirmek, beraberinde getirmek

transitive verb (take [sb] with you) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bring a friend when you come to dinner.
Yemeğe gelirken yanında bir arkadaşını da getir.

ikna etmek

verbal expression (persuade [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Her speech brought us to accept her point of view.

getirmek, kazandırmak

transitive verb (sell for, give: a sum) (para, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Those antiques should bring a good price.

dava açmak

transitive verb (legal: put [sth] forward) (hukuk)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She brought a lawsuit against her employer.

ilgisini çekmek

transitive verb (attract [sb], [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This new window display should bring a crowd.

gerçekleştirmek

phrasal verb, transitive, separable (cause)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He promised that he would bring about change.

getirmek, alıp getirmek

phrasal verb, transitive, separable (return with [sth]) (bir şeyi)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Do you want me to bring back some snacks from the store?

geri getirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (reintroduce [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The murderer's lenient sentence led to calls to bring back hanging.

geri getirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (make [sth] popular again) (eski bir modayı, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Designers in Paris have decided to bring back mini-skirts.

hatırlatmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (past, memories: revive) (anı, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Listening to that song brings back happier days.

tekrar açmak, yeniden açmak

phrasal verb, transitive, separable (topic: raise again) (konuyu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

kusmak, çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (food: vomit) (yediklerini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

yakınlaştırmak

phrasal verb, transitive, separable (make more intimate) (birini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She planned a quiet weekend away for the two of them in hopes that it would bring them closer.

çökertmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (cause demise)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The scandal brought down the government.

moralini bozmak

phrasal verb, transitive, separable (US, figurative, slang (make sad)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you keep criticizing Michael, you'll just bring him down.

meydana getirmek

phrasal verb, transitive, separable (produce, create)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

öne almak

phrasal verb, transitive, separable (reschedule for earlier)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I hope the doctor's surgery can bring my appointment forward, as I'll be on holiday next week.

getirmek

phrasal verb, transitive, separable (introduce, initiate) (kanun, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In 2007, the British government brought in a ban on smoking in all enclosed public spaces.

getirmek

phrasal verb, transitive, separable (ask to do a job)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Usually a new head coach will bring in his own team of assistants.

getirmek

phrasal verb, transitive, separable (make: money) (kazanç, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My online greetings card shop brings in £300 a month.

başarıyla yapmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (succeed in carrying [sth] out)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We didn't think that he could bring it off, but the success of his business proved us wrong.

neden olmak, sebep olmak, yol açmak

phrasal verb, transitive, separable (prompt, cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His allergies brought on the asthma attack.

sahneye getirmek

phrasal verb, transitive, separable (performer, act: send on stage)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was time to bring on the next act.

ortaya çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (elicit)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
A squirt of fresh lemon will bring out the flavor of that grilled salmon.

vurgulamak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (emphasize)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
That eye shadow brings out the blue in your eyes.

yayınlamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (publish, release)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
J.K.Rowling brought out her first novel at the age of 31.

ayıltmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (make conscious)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Victorians used smelling salts to bring round someone who had fainted.

ikna etmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (persuade)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Wendy wasn't sure about moving to Florida, but her husband's talk of beaches brought her round.

ayıltmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (rouse to consciousness)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She was brought to with smelling salts.

bahsetmek, bahis açmak

phrasal verb, transitive, separable (raise: a subject)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is not a good idea to bring up politics with my family.

çocuk yetiştirmek, çocuk büyütmek

phrasal verb, transitive, separable (raise: a child)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The couple adopted the child and brought him up.

kusmak, yediklerini çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (vomit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The baby is ill and keeps bringing up her food.

hayata döndürmek, yaşama döndürmek

verbal expression (resuscitate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

tekrar uygulamaya geçirmek

verbal expression (figurative (reintroduce) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The idea, once rejected, has been brought back to life by proponents.

hodri meydan

interjection (informal (eagerness)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
My holiday starts tomorrow; bring it on!

yap da görelim

interjection (slang (challenge)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
If you think you can do better, bring it on!

getirmek

(carry or take: to a given place) (bir şeyi / birisini bir yere)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I will bring the car over to your house if you drive me home afterwards.

sonuçlandırmak, neticelendirmek

transitive verb (conclude, finish)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The conference was brought to an end in the late afternoon.

canlandırmak

verbal expression (figurative (enliven) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The party was boring until the band started playing and brought it to life.

hayat vermek

verbal expression (figurative (make seem real)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A good movie adaptation really brings the characters to life.

hayat vermek

verbal expression (often passive (give life) (birisine/bir şeye)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A fairy brought the puppet Pinocchio to life.

gün ışığına çıkarmak

verbal expression (figurative (reveal [sth] secret) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We should bring his outrageous actions to light.

akla getirmek

verbal expression (recall)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The smell of bread baking brings to mind the years I spent in boarding school.

bir araya getirmek

(unite)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Sunday lunch at my parents' house brings the whole family together.

bir araya toplamak

(collect)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
This exhibition brings together all of Picasso's major paintings.

İngilizce öğrenelim

Artık brought'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.