İngilizce içindeki ground ne anlama geliyor?

İngilizce'deki ground kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte ground'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki ground kelimesi yer, zemin, toprak, toprak, saha, alan, arazi, saha, temel, dayandırmak, eğitmek, eve kapatmak, evden dışarı çıkartmamak, çekilmiş, kıyılmış, toprak hattı, telve, karaya oturmak, dayandırmak, uçuşu önlemek, topraklamak, karaya oturtmak, yere atmak, ufalamak, kıyma yapmak, sürtünmek, dişleri gıcırdatmak, monoton/sıkıcı iş, angarya, çekilmiş kahve, dans etmek, , bilemek, sapından tutup çevirmek, döndürmek, aşındırarak şekil vermek, bilemek, çığır açmak, üreme alanı, yuva, ortam, yanıp kül olmak, yanıp yok olmak, kamp alanı, ortak nokta, yer örtüsü, toprak örtüsü, çöplük, iyi başlamak, başlatmak, kıyma, dana kıyma, giriş katı, giriş düzeyinde iş, zemin kattaki, en alt, başlangıç, yer seviyesi, giriş katı, en düşük seviye, domuz kıyması, ezilmiş, Sıfır Noktası, çığır açan, temel atma, yeraltı suyu, kıyma, av alanı, av bölgesi, avlanma alanı, orta yol, kıyılmış et, kıyma, karada, olay yerinde, olay mahallinde, başlama yeri anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

ground kelimesinin anlamı

yer, zemin, toprak

noun (surface of the earth)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The coconut fell to the ground right beside us.
Hindistan cevizi hemen yanımıza, toprağa (or: yere) düştü.

toprak

noun (soil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The ground here is rich in colour and minerals.
Burada toprak renk ve maden açısından zengindir.

saha, alan

noun (area)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
During the search, we need to cover all the ground - the whole area.

arazi

plural noun (property associated with a house) (mülk)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The grounds of the mansion extended to the river.

saha

noun (usually plural (area used for sports) (spor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We used to play football on the old school sports ground.

temel

noun (usually plural (basis, reason)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
On what grounds do you base your conclusions? The judge said she had no grounds to believe he would reoffend.

dayandırmak

(often passive (base on) (bir sebebe, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The plot of this novel might seem far-fetched, but the author grounded it in fact.

eğitmek

(educate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The tennis pro grounded his students in the basics.

eve kapatmak, evden dışarı çıkartmamak

transitive verb (informal (punish by keeping indoors) (ceza olarak)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
His parents grounded him for two weeks.

çekilmiş

adjective (subjected to grinding) (kıyma, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Ursula tipped the ground coffee beans into the pot.

kıyılmış

adjective (US (meat: minced) (et)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The ground beef was made into hamburgers.

toprak hattı

noun (US (electrical wire: earth) (elektrikte)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
US electrical plugs have two live pins and one ground.
ABD'deki elektrik fişlerinin iki canlı ve bir de toprak pimi vardır.

telve

plural noun (coffee, drinks) (kahve)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There were always some grounds left in the bottom of her coffee cup.

karaya oturmak

intransitive verb (be stranded) (gemi, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The ship grounded on a sand bar.

dayandırmak

transitive verb (often passive (base)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
His argument was grounded in his belief in God.

uçuşu önlemek

transitive verb (prevent from flying) (uçak)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The plane was grounded because of mechanical problems.

topraklamak

transitive verb (US (electricity: connect earth wire) (elektrik)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
This connection grounds the device to keep it from shocking you.

karaya oturtmak

transitive verb (often passive (strand)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The ship was grounded on a desert island.

yere atmak

transitive verb (American football: throw to the ground)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The quarterback grounded the ball to stop the play.

ufalamak

transitive verb (pulverize)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The old windmill was used to grind wheat back in the 19th century.

kıyma yapmak

transitive verb (US (meat: turn to mince) (et)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Maggie ground meat for the burgers while Tom fired up the grill.

sürtünmek

intransitive verb (rub together harshly)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Shifting carelessly always made the gears grind in the old car.

dişleri gıcırdatmak

transitive verb (teeth)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

monoton/sıkıcı iş, angarya

noun (figurative, informal (monotonous work, routine)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
After Sunday, it's back to the regular grind at work.

çekilmiş kahve

noun (grain size of coffee)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The French press uses a coarser grind than the one Heather has.

dans etmek

intransitive verb (dance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The college kids spent their weekends drinking and grinding at the clubs instead of studying.

intransitive verb (poker strategy)

This poker player makes a living by grinding.

bilemek

(wear by abrasion)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Jeff used power tools to grind through the lock on his shed.

sapından tutup çevirmek, döndürmek

transitive verb (operate using a crank)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The old man grinds the organ and his monkey dances.

aşındırarak şekil vermek

transitive verb (shape by friction)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Fred worked at the eye doctor's office and ground lenses for a living.

bilemek

transitive verb (knife, blade: sharpen) (bıçak, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The chef uses a whetstone to grind his kitchen knives.

çığır açmak

(figurative (be first to do [sth]) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She's breaking ground with her innovative approach.

üreme alanı

noun (place where animals breed)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The swamp was a breeding ground for many species of waterfowl.

yuva

noun (figurative (place: [sth] spreads) (mikrop yuvası, vb., mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
That drug-infested neighborhood is a breeding ground for violence.

ortam

noun (figurative (circumstances: [sth] spreads) (bir şeyin yayılması için gerekli)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Poor economic conditions created a perfect breeding ground for the revolution.

yanıp kül olmak, yanıp yok olmak

verbal expression (be destroyed by fire)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The house burnt to the ground.

kamp alanı

noun (site of or for a camp)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Please put up tents only in designated campgrounds.
Lütfen çadırları yalnızca belirlenen kamp alanları içerisine kurun.

ortak nokta

noun (shared interests)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We started dating because we had a lot of common ground in our likes and dislikes.

yer örtüsü, toprak örtüsü

noun (ground)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
These short plants provide good ground cover.

çöplük

noun (rubbish tip, refuse area)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The factory used its neighbor's fields as a dumping ground for its toxic waste.

iyi başlamak

verbal expression (figurative (project: start well) (iş, proje, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Without funding, the project will never get off the ground.

başlatmak

verbal expression (figurative (start: a project) (iş, proje, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I have a great idea for a business, but I'll need money to get it off the ground.

kıyma, dana kıyma

noun (minced cattle meat)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The meat for ground beef usually comes from several different cows.

giriş katı

noun (UK (ground level of a building) (bina)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Office buildings often have shops on the ground floor.

giriş düzeyinde iş

noun (US, figurative (entry-level job)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Harry started on the ground floor and worked his way up.

zemin kattaki

noun as adjective (storey: at ground level)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Brian lived in a ground-floor flat.

en alt

noun as adjective (US, figurative (job: entry-level) (mevki, pozisyon)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

başlangıç

noun (figurative (beginning of [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

yer seviyesi

noun (at the level of the ground)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Many good photos of plants are taken at ground level.

giriş katı

noun (floor nearest the ground)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Kitchenware is located at ground level in this store. Most buildings are entered at ground level.

en düşük seviye

noun (figurative (lowest level of hierarchy) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Recruits and conscripts normally enter the military at ground level.

domuz kıyması

noun (finely chopped pig meat)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

ezilmiş

adjective (minced or pulverized)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Garam masala is made from ground-up spices and is used in making curries.

Sıfır Noktası

noun (World Trade Center site) (İkiz Kulelerin bulunduğu yer)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The US president visited Ground Zero in New York in the wake of the September 11 attacks.

çığır açan

adjective (figurative (revolutionary, innovative)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He received the Nobel Prize for his groundbreaking research in genetics.

temel atma

noun (start of building project) (bina)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

yeraltı suyu

noun (water beneath the soil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The state passed several new regulations to prevent the contamination of groundwater.

kıyma

noun (US (meat: ground beef)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mom needs a pound of hamburger to make meatballs.

av alanı, av bölgesi, avlanma alanı

plural noun (game-tracking area)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Officials are trying to balance conservation with access to hunting grounds.

orta yol

noun (compromise)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He wants a city break whereas I want a beach holiday, so we will have to find some middle ground.

kıyılmış et, kıyma

noun (UK (ground beef, lamb, etc.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tom bought some fresh mince from the butcher.

karada

expression (on terra firma)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It was a relief to get off the ship and back on solid ground.

olay yerinde, olay mahallinde

adverb (figurative (at the scene)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We have journalists on the ground reporting live from the scene.

başlama yeri

noun (golf: area round begins) (golf)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

İngilizce öğrenelim

Artık ground'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

ground ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.