İngilizce içindeki break ne anlama geliyor?

İngilizce'deki break kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte break'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki break kelimesi kırmak, kırmak, son vermek, sona erdirmek, kırılmak, bozulmak, çalışmamak, ara, tatil, kırık, çıkık, ara, şans, talih, aralık, değişme, değişiklik, kaçış, ayrılma, ayrılık, kalınlaşma, topları dağıtmak, topları kırmak, patlamak, kesilmek, ara vermek, gün doğmak, gün ağarmak, bozulmak, kalınlaşmak, ara vermek, ihlal etmek, çiğnemek, etkisini azaltmak, iptal etmek, benzetmek, haklamak, bozmak, bozmak, delip geçmek, şifreyi çözmek, deşifre etmek, kaçmak, firar etmek, kırmak, iflas ettirmek, kavisli atmak, bozmak, yarmak, çözmek, terbiye etmek, yayınlamak, servisi kırmak, aksini ispatlamak, aksini kanıtlamak, geçmek, zorla girmek, (okul) teneffüs, paydos, duvar girintisi/oyuğu, niş, (mahkeme) ara, (davaya, toplantıya, vb.) ara vermek, yerleştirmek, paramparça olmak, parçalara ayırmak, altüst etmek, ayrılmak, ilişkiyi kesmek, çıkmak, bozulmak, çalışmamak, ağlamak, bozulmak, kırmak, parçalamak, analiz etmek, haneye tecavüz etmek, sözünü kesmek, terbiye etmek, alıştırmak, ayağa alıştırmak, öğretmek, haneye tecavüz etmek, girmek, bölmek, girmek, kopmak, koparmak, bitirmek, kaçmak, -den kaçmak, başlamak, sivilcelenmek, kurdeşen çıkarmak, kaçırmak, hamle/atılım yapmak, ayırmak, ayırmak, ayrılmak, bitmek, ayırmak, ayırmak, ufalamak, kesilmek, iyi şanslar, kendini tutamayıp ağlamak, kaçmak, kaçmak, kaçmak, çığır açmak, kurtulmak, kırmak, kırıp açmak, açmak, buzları kırmak, buzları çözmek, buzları eritmek, yasaları çiğnemek, kanunu çiğnemek, duyurmak, duyurmak, haber vermek, kuralları çiğnemek, delip geçmek, yarıp geçmek, mola, soygun, rodaj, bozulma, arızalanma, arıza yapma, bozunum, ruhsal/zihinsel çöküntü, analiz, döküm, aksaklık, başabaş noktası, başabaş, firar, hapisten kaçma, başarılı, muvaffak, (hastalık) salgın, sevgiliden ayrılma, parçalanma, dağılma, kahve molası, öğle tatili, kaçmaya çalışmak, kaçmayı denemek, ya batmak ya çıkmak, batma ya da çıkma, firar, bahar tatili, ara vermek, vergi muafiyeti, ara vermeden, durup dinlenmeden anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

break kelimesinin anlamı

kırmak

transitive verb (smash: into pieces)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you play ball in the house, you will break something.

kırmak

transitive verb (fracture a bone) (kolunu, bacağını, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Alan broke his arm when he fell. Janis broke two ribs when she slipped on the ice.

son vermek, sona erdirmek

transitive verb (figurative (end [sth]) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The home team broke the champions' winning streak.
Ev sahibi takım rakip takımın şampiyonluğuna son verdi.

kırılmak

intransitive verb (fragment, shatter)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The window broke, and now there's glass all over the floor.

bozulmak, çalışmamak

intransitive verb (stop functioning)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Our old television finally broke.
Eski televizyonumuz sonunda bozuldu.

ara

noun (rest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A break from training gave the football players a rest.

tatil

noun (in schedule: holiday) (okul)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There will be no classes until after Christmas break.
Dersler Noel tatilinden sonra tekrar başlayacaktır.

kırık, çıkık

noun (person: fracture)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Will suffered a bad break when he went skiing.

ara

noun (suspension, pause)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A break from discussions will give us time to gather more information.

şans, talih

noun (slang (fortunate event)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Miranda went to Hollywood, looking for her big break.

aralık

noun (gap)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The children slipped through a break in the fence.

değişme, değişiklik

noun (weather: change) (hava)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They are waiting for a break in the storm.

kaçış

noun (rush to escape)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The guards weren't expecting the prisoners' break for the door.

ayrılma, ayrılık

noun (informal (relationship rupture) (sevgiliden, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Sam is heading for a break with his girlfriend.

kalınlaşma

noun (voice change) (ses)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The break in his voice is a sign of puberty, as he goes from bass to alto with no control.

topları dağıtmak, topları kırmak

intransitive verb (pool: scatter balls) (bilardo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I play pool, I always like to break.

patlamak

intransitive verb (burst)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The water balloon broke.

kesilmek

intransitive verb (be disconnected) (bağlantı, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The long-distance connection broke.

ara vermek

intransitive verb (pause) (toplantıya, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The meeting will break at noon.

gün doğmak, gün ağarmak

intransitive verb (dawn)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dawn is about to break.

bozulmak

intransitive verb (health: fail) (sağlık)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His health broke after years of toil.

kalınlaşmak

intransitive verb (voice: change) (sesi)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His voice started to break when he was 13.

ara vermek

(pause, interrupt activity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After an hour's discussion, the committee broke for a coffee and a bite to eat.

ihlal etmek, çiğnemek

transitive verb (infringe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The drag racers broke the speed limit.

etkisini azaltmak

transitive verb (lessen impact of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boxer's blocking move broke the force of his opponent's blow.

iptal etmek

transitive verb (sever, annul)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The actor wants to break his contract.

benzetmek, haklamak

transitive verb (destroy)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boxer threatened to break his opponent.

bozmak

transitive verb (set: remove a piece) (seti, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The collector doesn't want to break the set.

bozmak

transitive verb (US, slang (money: give change) (parayı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you break a dollar?

delip geçmek

transitive verb (penetrate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The drill broke through the door of the safe.

şifreyi çözmek, deşifre etmek

transitive verb (decode)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The army is trying to break the enemy code.

kaçmak, firar etmek

transitive verb (US, slang (escape)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The convicts broke jail.

kırmak

transitive verb (sports: better a score) (rekor, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Our team broke the record for number of games won.

iflas ettirmek

transitive verb (figurative, slang (bankrupt)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The card shark broke the house.

kavisli atmak

transitive verb (baseball: curveball) (topu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The pitcher broke a wicked curve that got the corner of the plate.

bozmak

transitive verb (figurative (wear [sth] down) (moral, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The interrogation broke the soldier's spirit.

yarmak

transitive verb (rupture [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Bubbles broke the surface of the water.

çözmek

transitive verb (figurative (solve [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
No matter what I try, I can't break this problem.

terbiye etmek

transitive verb (animals: tame)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The cowboy tried to break the new stallion.

yayınlamak

transitive verb (media: publish [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A newspaper broke the story.

servisi kırmak

transitive verb (tennis: win when opponent served) (tenis)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The challenger broke his opponent's serve.

aksini ispatlamak, aksini kanıtlamak

transitive verb (US, slang (disprove)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police broke his alibi.

geçmek

transitive verb (surpass)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The man was cited for breaking the speed limit.

zorla girmek

phrasal verb, transitive, inseparable (enter by force)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Criminals broke into the house.

(okul) teneffüs, paydos

noun (school: pause from lessons)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tim couldn't wait for recess and the chance to get out of this boring math class.

duvar girintisi/oyuğu, niş

noun (architecture: alcove)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There are three deep recesses in the wall.

(mahkeme) ara

noun (court: break)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The defence asked for a short recess to examine the new evidence.

(davaya, toplantıya, vb.) ara vermek

intransitive verb (court: break)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The court will recess for lunch.

yerleştirmek

transitive verb (usually passive (lights)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Amanda recessed the lights in her living room.

paramparça olmak

phrasal verb, intransitive (literal (fall to pieces)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The dam broke apart because of the force of flood waters.

parçalara ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (disassemble)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

altüst etmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (destroy) (mecazlı)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This zoning issue will break apart the community.

ayrılmak

phrasal verb, intransitive (become separate)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Two of the members of the band broke away to form a band of their own.

ilişkiyi kesmek

(figurative (separate: from group)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Several members broke away from the party to form their own extremist group.

çıkmak

(detach, fall off)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
When Sue went to take her cakes out of the oven, the handle broke away from the door.

bozulmak, çalışmamak

phrasal verb, intransitive (machine: stop working) (araç, makina)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The car broke down on the way home.

ağlamak

phrasal verb, intransitive (figurative (person: cry) (kişi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stella broke down when the police told her about her husband's accident.

bozulmak

phrasal verb, intransitive (figurative (collapse, become weak)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The union called a strike after talks broke down over retirement benefits.

kırmak

phrasal verb, transitive, separable (door, wall: knock down)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The police broke down the door when they raided the house.

parçalamak

phrasal verb, transitive, separable (substance: disintegrate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Stomach acid breaks down food during digestion.

analiz etmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (analyze)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We can break down the process into a number of separate stages.

haneye tecavüz etmek

phrasal verb, intransitive (enter by force)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Thieves broke in and raided the safe.

sözünü kesmek

phrasal verb, intransitive (figurative (interrupt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please excuse me for breaking in.

terbiye etmek

phrasal verb, transitive, separable (horse: tame, train) (at, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Matt breaks in horses for the racetrack.

alıştırmak

phrasal verb, transitive, separable (US (car, engine: run in, use when new)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It's best to break the engine in slowly.

ayağa alıştırmak

phrasal verb, transitive, separable (shoes, etc.: soften by wearing) (ayakkabı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It sometimes takes time to break new shoes in.

öğretmek

phrasal verb, transitive, separable (train [sb] to do a job) (birisine bir işi)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The company runs a three-month programme to break in new employees.

haneye tecavüz etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (building: enter by force)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Thieves broke into the house and stole several items of jewellery.

girmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (smile, song, run: start suddenly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was surprised when the old lady suddenly broke into song.

bölmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (conversation: interrupt) (konuşma)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gary broke into our conversation to announce that dinner was ready.

girmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (field of work) (bir iş koluna, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Joanna wants to break into digital marketing to advance her career.

kopmak

phrasal verb, intransitive (become detached)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The door handle became loose and eventually broke off.

koparmak

phrasal verb, transitive, separable (snap, detach)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Olga broke off a large piece from the chocolate bar.

bitirmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (terminate) (ilişki, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Matt and Glenda have decided to break off their engagement.

kaçmak

phrasal verb, intransitive (escape)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The prisoners broke out and managed to get past the guards.

-den kaçmak

(escape)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The prisoner broke out of jail by digging a tunnel.

başlamak

phrasal verb, intransitive (war, disease, chaos: begin) (savaş, hastalık, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The restaurant was calm until a thrown bottle caused a fight to break out.

sivilcelenmek

phrasal verb, intransitive (develop spots on skin)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I ate too much sugar and now I'm breaking out. My face broke out right before my date with Steve!

kurdeşen çıkarmak

phrasal verb, intransitive (rash, etc.: develop on skin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A rash broke out on Alice's face after she used the lotion.

kaçırmak

phrasal verb, transitive, separable (set [sb] free) (birisini bir yerden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
One of the gang members was in jail, so the others broke him out.

hamle/atılım yapmak

phrasal verb, intransitive (figurative (make sudden advance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company succeeded in breaking through with these new ideas.

ayırmak

phrasal verb, intransitive (disintegrate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Rock gradually breaks up into sand.

ayırmak

phrasal verb, intransitive (informal (couple: separate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The couple broke up after a three-year relationship.

ayrılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (separate) (birinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I think you need to break up with your boyfriend.

bitmek

phrasal verb, intransitive (informal (school: finish) (okul)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
School breaks up next week for the summer holidays.

ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (cause to separate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She blamed his mother's constant interference for breaking up their marriage.

ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (fight: intervene) (kavga, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The head teacher stepped in and broke up the fight between the two boys.

ufalamak

phrasal verb, transitive, separable (crumble)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Break the biscuits up into small pieces and put them in a food processor.

kesilmek

phrasal verb, intransitive (phone sound: lose quality) (telefonda ses)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You're breaking up, so I'll call you back later.

iyi şanslar

interjection (figurative, slang (to performer: good luck)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
As he left the dressing room his fellow actors shouted "Break a leg!"

kendini tutamayıp ağlamak

verbal expression (burst into tears)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Helen broke down and cried when she heard the sad news.

kaçmak

(escape)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Stan works in an office, but dreams of breaking free and joining a rock band.

kaçmak

verbal expression (escape) (birisinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The hostage broke free from his captors and ran to safety.

kaçmak

verbal expression (escape) (bir şeyden)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The two convicts were finally able to break free from the chain gang.

çığır açmak

(figurative (be first to do [sth]) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She's breaking ground with her innovative approach.

kurtulmak

verbal expression (figurative (free yourself)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I thought I'd fastened the dog's chain securely but he must have broken loose.

kırmak, kırıp açmak

(open a seal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's break open the champagne to celebrate your success!

açmak

(force open a lock) (kilit, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The robbers broke the lock open using a crowbar.

buzları kırmak, buzları çözmek, buzları eritmek

verbal expression (figurative (start a conversation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Party games are an effective way to break the ice at a gathering.

yasaları çiğnemek, kanunu çiğnemek

verbal expression (do [sth] illegal, commit a crime)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Every time you buy a pirated DVD, you are breaking the law.

duyurmak

verbal expression (announce [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

duyurmak

verbal expression (announce [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

haber vermek

verbal expression (announce [sth] to [sb]) (birisine bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police officer broke the news to Natasha that her husband had died in a car crash.

kuralları çiğnemek

verbal expression (do [sth] in an unconventional way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

delip geçmek, yarıp geçmek

(demolish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The army used tanks to break through the barricades.

mola

noun (recreational period)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Part-time workers get half the break time of full-time workers.

soygun

noun (burglary)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There has been a break-in at the post office.

rodaj

noun (engine: running in) (motor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Break-in of the engine is essential to ensure its correct functioning.

bozulma, arızalanma, arıza yapma

noun (car, machine: failure) (araba, makina, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mary had a breakdown on the way to work, which caused her to be late.

bozunum

noun (chemical decomposition) (kimyasal)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In just a few days, the breakdown of the cell structure was apparent.

ruhsal/zihinsel çöküntü

noun (mental collapse)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Apparently, Dr. Harris had a breakdown, so Dr. Watts is taking over his scheduled surgeries.

analiz

noun (analysis into parts)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A breakdown of the study, its findings, and its implications can be found on page 10.

döküm

noun (finance: itemization) (finans)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The breakdown of the department's spending budget is shown in this graph.

aksaklık

noun (disrupted communication) (iletişim, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There's been a breakdown in negotiations between the two countries.

başabaş noktası

noun (equal income and expenses) (kazanç ve harcamaların eşit olması)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We have to increase sales if we want to reach breakeven this year.

başabaş

adjective (with income and expenses equal)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The company is struggling to reach the breakeven point of $500,000.

firar, hapisten kaçma

noun (escape from jail)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The breakout at the jail was captured on video.

başarılı, muvaffak

adjective (successful)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Her first breakout hit came in 2006.

(hastalık) salgın

noun (disease: outbreak)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Authorities have reported a breakout of cholera in the area.

sevgiliden ayrılma

noun (romantic separation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He's been renting an apartment downtown since the breakup.

parçalanma, dağılma

noun (political fragmentation) (siyasi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The breakup of the Soviet Union began in the early 1990s.

kahve molası

noun (pause for coffee, tea, etc.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Whenever I try to ask for her help, she's on a coffee break.

öğle tatili

noun (pause for midday meal)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
During my lunch break I often go to the tearoom next door for a sandwich. I get a half-hour unpaid lunch break.

kaçmaya çalışmak, kaçmayı denemek

verbal expression (informal (run towards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Six monkeys jumped the electric fence and made a break for freedom.

ya batmak ya çıkmak

verbal expression (informal (cause success, failure)

That critic's reviews can make or break a new restaurant.

batma ya da çıkma

adjective (informal (success or failure)

It is make-or-break time for the store after two years of declining sales.

firar

noun (escape)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There was a prison break this week, and the police are now looking for five missing criminals.

bahar tatili

noun (US (academic holiday in spring)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I'm looking forward to spring break.

ara vermek

verbal expression (have a rest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Take a break - we'll finish painting the door frames later.

vergi muafiyeti

noun (exemption from taxes)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

ara vermeden, durup dinlenmeden

adverb (incessantly, non stop)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I worked straight through from noon till 9 p.m. without a break.

İngilizce öğrenelim

Artık break'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

break ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.