İngilizce içindeki held ne anlama geliyor?
İngilizce'deki held kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte held'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki held kelimesi tutmak, almak, tutmak, sarılmak, beklemek, durmak, (çözülmeden) bağlı kalmak, bekleme, tutmak, kavramak, gemi ambarı, tutuş, kavrayış, anlayış, kargo bölümü, bagaj bölümü, dayanmak, sabit olmak, sahip olmak, elinde tutmak, sahip olmak, inanmak, tutmak, sahip olmak, tutmak, bulundurmak, meşgul olmak, uğraşmak, barındırmak, savunmak, ele geçirmek, zapt etmek, devam ettirmek, sürdürmek, inanmak, düzenlemek, tertiplemek, tertip etmek, olmak, aleyhinde kullanmak, zapt etmek, durdurmak, engel olmak, engellemek, açıklamamak, elinde tutmak, bastırmak, tutmak, baskı altında tutmak, sürdürmek, kusmamak, sıkıca bağlamak, sıkı sıkıya bağlı olmak, bastırmak, gecikmek, geciktirmek, saldırıyı önlemek, dayanmak, beklemek, beklemek, tutunmak, sürdürmek, yetmek, ayak diremek, direnmek, reddetmek, beklemek, ertelemek, beklemek, bir arada durmak, bir arada durmak, desteklemek, bekletmek, geciktirmek, dayanmak, silah zoruyla soymak, boşa umutlanma, tutmak, edinmek, ulaşmak, kavramak, tutmak, kavramak, kapmak, sıkıca tutmak, bloke edilmek, büyük etkisi olmak, kin gütmek, garezi olmak, toplantı düzenlemek, basın toplantısı yapmak, basın toplantısı düzenlemek, değer vermek, işinde kalmak, destek, çengel, el ele tutuşmak, denetime tabi tutmak, denetim/kontrol altında tutmak, olduğun yerde kal, dur, orada dur, uzatmak, reddeden kişi, ümit beslemek, kararlı olmak, sabitlemek, (inançları, vb.) etkilemek, etkili olmak, telefonu kapatmamak, sıkı tutmak, sıkıca sarılmak, yerinde kalmak, sıkı tutunmak, sıkı durmak, tutturmak, bir arada tutmak, jartiyer çorabı, hemfikir olmak, aynı fikirde olmak, ilgisini/merakını çekmek, yerinde kalmak, silahlı soygun, gecikme nedeni, gecikme sebebi, bırakmamak, beklemede, beklemede, ayrılmış, askıya almak, beklemeye almak, için ayırmak, yerine oturmak, tutmak, (kaya üzerinde, vb.) ayak basacak yer, sağlam olmayan durum anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
held kelimesinin anlamı
tutmaktransitive verb (grasp) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She holds her child's hand when they cross the street. Karşıdan karşıya geçerken çocuğunun elini tutar. |
almak, tutmaktransitive verb (contain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This container holds four litres of liquid. Bu kap dört litre sıvı alabiliyor (or: tutabiliyor). |
sarılmaktransitive verb (embrace) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The couple held each other tightly. The mother held her crying child. |
beklemek, durmakintransitive verb (on phone: wait) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Can you hold for a minute while I check that information for you? |
(çözülmeden) bağlı kalmakintransitive verb (adhere) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Is that knot going to hold? Bu düğüm çözülmeden bağlı kalabilecek mi? |
beklemenoun (telephone) (telefon, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He was placed on hold for five minutes when he called. Aradığında beş dakika beklemeye alındı. |
tutmak, kavramaknoun (grasp) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He had a tight hold on his daughter's wrist. Kızının bileğini sıkıca kavradı. |
gemi ambarınoun (ship: storage area) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The dry food was kept down in the hold. |
tutuşnoun (wrestling) (güreş) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The wrestler used a special hold to defeat his opponent. |
kavrayış, anlayışnoun (mental grasp) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The new president's hold on difficult policy issues was not strong. |
kargo bölümünoun (plane: cargo storage) (uçak) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Pets travel in crates in the hold. |
bagaj bölümünoun (plane: bag storage) (uçak) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The airline carries wheelchairs free of charge in the hold. |
dayanmakintransitive verb (continue to resist) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The dam has held through all the storms that have passed. |
sabit olmak(not change state) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The water level held at two feet above sea level. |
sahip olmak, elinde tutmaktransitive verb (possess) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Leah holds the keys to the car. |
sahip olmaktransitive verb (continue to have) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His son can't hold a job; he keeps getting fired. |
inanmaktransitive verb (believe that) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The professor holds that it is best to learn a foreign language at the earliest age possible. |
tutmaktransitive verb (take) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Could you hold this box for me for a minute? |
sahip olmaktransitive verb (own) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She holds the land, but it is used by the entire family. |
tutmaktransitive verb (have in custody) (gözaltında, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The police held the suspect in custody. |
bulundurmaktransitive verb (retain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We held some cash in Euros in case of emergency. |
meşgul olmak, uğraşmaktransitive verb (engage in) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't hold discussions with silly people. |
barındırmaktransitive verb (accommodate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This conference room holds up to forty people. |
savunmaktransitive verb (military: defend) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The rebels held their position for ten hours until reinforcements arrived. |
ele geçirmek, zapt etmektransitive verb (military: occupy) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The army sought to hold the strategic mountaintop. |
devam ettirmek, sürdürmektransitive verb (course: maintain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Hold your current course for the next one hundred kilometres. |
inanmaktransitive verb (believe, consider) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He holds that those actions should be illegal. |
düzenlemek, tertiplemek, tertip etmektransitive verb (meeting, event: conduct) (toplantı, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We will hold the meeting in the conference room. // Julie is holding a party on Saturday. |
olmaktransitive verb (have: an opinion) (düşüncede, fikirde) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We know that not all party members hold the same position on this issue. |
aleyhinde kullanmakphrasal verb, transitive, inseparable (resent [sb] for [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They still hold my past mistakes against me. |
zapt etmekphrasal verb, transitive, separable (restrain [sb] physically) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boys started fighting so teachers came to hold them back. |
durdurmakphrasal verb, transitive, separable (restrain, keep under control) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He held back his anger until the children had gone to bed. She had had such a bad day, she couldn't hold back the tears any longer. |
engel olmak, engellemekphrasal verb, transitive, separable (figurative (hinder [sb]'s progress) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She wants to be an actress but a lack of talent is holding her back. |
açıklamamakphrasal verb, transitive, separable (figurative (not divulge [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She said she had told him all about her previous marriage, but he suspected she was holding something back. |
elinde tutmakphrasal verb, transitive, separable (withhold, not give [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He didn't give me all the money today, he's holding back half of it till the work is finished. |
bastırmakphrasal verb, intransitive (figurative (repress feelings) (duyguları) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She is always holding back, afraid to share her true feelings. |
tutmakphrasal verb, transitive, separable (restrain) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Hold his arms down so he'll stop hitting me! |
baskı altında tutmakphrasal verb, transitive, separable (restrain or repress) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I find it hard to hold down my anger when I see someone drop litter. |
sürdürmekphrasal verb, transitive, separable (figurative (keep from losing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've been fired four times. I just can't hold down a job! |
kusmamakphrasal verb, transitive, separable (food: not eject as vomit) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Though she still felt a little sick, Lisa managed to hold down her lunch. |
sıkıca bağlamakphrasal verb, transitive, inseparable (firmly, tightly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The rope held fast to the boat. |
sıkı sıkıya bağlı olmakphrasal verb, transitive, inseparable (uphold: principle, idea) (ilke, fikir, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He holds fast to his socialist principles. |
bastırmakphrasal verb, transitive, separable (restrain, repress) (duygu, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I can't hold in my feelings any longer! |
gecikmekphrasal verb, intransitive (bad weather: be delayed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I hope the rain holds off till we get home. |
geciktirmekphrasal verb, transitive, inseparable (postpone, delay) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Please hold off playing the drums until after I've gone! |
saldırıyı önlemekphrasal verb, transitive, separable (prevent attack) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The soldiers managed to hold off the attacking forces for three days. |
dayanmakphrasal verb, intransitive (stay courageous or patient) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I know you are upset, but you must hold on for the sake of the children. |
beklemekphrasal verb, intransitive (informal (wait, maintain position) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Hold on till I get there! |
beklemekphrasal verb, intransitive (telephone) (telefonda) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) "Can I talk to Camille?" "Hold on. I'll see if she's here." |
tutunmakphrasal verb, transitive, inseparable (grasp, clutch) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you think you are going to slip, hold on to my arm. |
sürdürmekphrasal verb, transitive, inseparable (keep, maintain despite difficulty) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In all the years of poverty, she managed to hold onto her dignity. |
yetmekphrasal verb, intransitive (last, be sufficient) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't think the cattle feed is going to hold out until Christmas, we must order more. |
ayak diremekphrasal verb, intransitive (continue to resist) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Keep asking her for a date, she can't hold out much longer. |
direnmek(continue to resist) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The remote mountain village held out against the foreign armies. I'm holding out against joining Facebook. |
reddetmek(refuse to give [sth] to [sb]) (birisine bir şey vermeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I need Jason's help but he is holding out on me. |
beklemek(informal (wait) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) James did not accept the job straight away because he was holding out for a better offer. |
ertelemekphrasal verb, transitive, separable (informal (postpone) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
beklemekphrasal verb, transitive, separable (expect [sb] to honour [sth]) (birisinden bir şeyi yapmasını) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He said he would come and see me and I'll hold him to that. You made a promise and we will hold you to your word. |
bir arada durmakphrasal verb, intransitive (not fall apart) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Incorporate the liquid into the dry ingredients until they hold together. |
bir arada durmakphrasal verb, intransitive (figurative (stay unified) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The team managed to hold together for the win. |
desteklemekphrasal verb, transitive, separable (support) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The pillar is holding up the roof. |
bekletmekphrasal verb, transitive, separable (informal (keep waiting) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Aren't you ready yet? You're holding us all up! |
geciktirmekphrasal verb, transitive, separable (informal (delay) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A hailstorm held up the start of the football match. |
dayanmakphrasal verb, intransitive (endure, maintain under pressure) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) How are you holding up with all the work? |
silah zoruyla soymakphrasal verb, transitive, separable (rob at gunpoint) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Two masked men tried to hold up a bank, but police arrived and arrested them. |
boşa umutlanmainterjection (informal ([sth] is unlikely to happen soon) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Neil promised that he would have everything ready; don't hold your breath, though! |
tutmakverbal expression (informal (grasp) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Get a firm hold of the load and make sure it's not too heavy before you lift. |
edinmekverbal expression (informal (obtain [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Can you tell me where I can get hold of a watch like yours? You need to get hold of a copy of his birth certificate. |
ulaşmakverbal expression (figurative (reach, contact [sb]) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've been trying to get hold of him all week, but he's always out. |
kavramakverbal expression (grasp) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She got hold of his arm and pulled him towards her. |
tutmak, kavramakverbal expression (physically: grasp) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Bella jumped on the back of Jacob's motorcycle and grabbed hold of his body. Grab hold of the rope so that I can pull you up! |
kapmakverbal expression (figurative (idea, opportunity: seize) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Dean grabbed hold of the opportunity to visit the beach a few times. |
sıkıca tutmakverbal expression (grasp firmly) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sally had a hold on the horse's reins. |
bloke edilmekverbal expression (account: be blocked) (hesap, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Any check I deposit has a hold on it for 7 days. |
büyük etkisi olmakverbal expression (informal, figurative (exert control) (birisi üzerinde) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In New Jersey, Democrats have had a hold on the Senate seats for many years. |
kin gütmekverbal expression (be resentful) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It was unfair that she was chosen instead of me, but I'm not one to hold a grudge. |
garezi olmakverbal expression (resent: [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Peter holds a grudge against his co-worker, who received the promotion that Peter was hoping for. |
toplantı düzenlemekverbal expression (meet to discuss [sth] formally) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The council will hold a meeting to discuss the road repairs. |
basın toplantısı yapmak, basın toplantısı düzenlemekverbal expression (speak to media) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The senator held a press conference to explain his new proposal. |
değer vermek(value, cherish) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Freedom of speech is a concept which I hold dear. |
işinde kalmakverbal expression (remain in employment) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After years of unemployment, John managed to hold down a job at the post office. I can never seem to hold down a job. |
desteknoun ([sth] that holds [sth] in place) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
çengelnoun (botany: fungus part for attaching) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
el ele tutuşmak(clasp each another's hand) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My sister and her boyfriend always hold hands when watching a movie. |
denetime tabi tutmak, denetim/kontrol altında tutmakverbal expression (control, restrain) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He had to hold his anger in check when his son wrecked the car. |
olduğun yerde kalinterjection (informal (wait!) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Hold it! I want to say one more thing before you go. |
dur, orada durinterjection (informal (stop!) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Hold it, everybody! Don't go near that bull. |
uzatmak(offer, proffer) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He held out his hand for the dog to sniff it. |
reddeden kişinoun (US, informal (person: refuses offer) (bir şeyi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ümit beslemekverbal expression (stay optimistic) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Police do not hold out much hope of catching the culprits. |
kararlı olmak(figurative (person: remain firm) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After holding steady for years, she finally gave up and sold the failing business. |
sabitlemek(thing: secure) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) This chain will hold the post steady against the wind. |
(inançları, vb.) etkilemek, etkili olmak(have influence) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The political advisor holds sway over the mind of the President. |
telefonu kapatmamakverbal expression (not hang up) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The receptionist asked me to hold the phone while she spoke to Dr Simpson. |
sıkı tutmak(grasp firmly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The woman held her bag tight as she hurried along the dark street. |
sıkıca sarılmak(hug) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Tim held his girlfriend tight, before saying goodbye. |
yerinde kalmak(figurative (persist, wait) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'll be back in one moment - hold tight. Hold tight, I will be there soon. |
sıkı tutunmak(brace yourself) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) "Hold tight," shouted the ride operator as the rollercoaster began to move. |
sıkı durmak(figurative (prepare yourself) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Hold tight, the next few months could prove to be a bumpy ride! |
tutturmak(stick) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Car manufacturers are increasingly using glue to hold parts together. |
bir arada tutmak(figurative (maintain unity of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The military sees itself as the sole force capable of holding the country together. |
jartiyer çorabıplural noun (UK (type of stockings) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Hold-ups keep your legs cooler than tights in the summer. |
hemfikir olmak, aynı fikirde olmak(agree) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm sorry, but I just don't hold with that attitude. |
ilgisini/merakını çekmekverbal expression (stay interesting) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Speakers need to select stimulating topics to hold the listeners interest. |
yerinde kalmakverbal expression (stay in place) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Just hold your position till I arrive. |
silahlı soygunnoun (informal (robbery at gunpoint) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Apparently, there was a holdup at the bank last week. |
gecikme nedeni, gecikme sebebinoun (informal (cause of a delay) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You're two hours late, what was the holdup? |
bırakmamakverbal expression (informal (maintain one's grasp on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The child kept hold of his mother's hand as they crossed the road. |
beklemedeadverb (suspended) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Our marriage plans are on hold for the time being. |
beklemedeadverb (telephone: kept waiting) (telefon) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I've been on hold for half an hour now! |
ayrılmışadverb (reserved) (birisine) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Leslie went to the library to collect the book they were keeping on hold for him. |
askıya almakverbal expression (suspend) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Construction of the new shopping center was put on hold during the credit crisis. |
beklemeye almakverbal expression (phone: keep waiting) (telefonda) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When the customer service department puts you on hold, they play annoying music. |
için ayırmakverbal expression (reserve) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've asked the library to put the book on hold for me. |
yerine oturmakverbal expression (become established) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It took years for the new system to take hold. |
tutmakverbal expression (grasp, seize [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The horse wouldn't move so I took hold of the reins and pulled. |
(kaya üzerinde, vb.) ayak basacak yernoun (place for toe when climbing) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rock climbers wear very soft shoes so they can feel for toe holds. |
sağlam olmayan durumnoun (figurative (tenuous position) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My company barely has a toe hold overseas. |
İngilizce öğrenelim
Artık held'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
held ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.