İngilizce içindeki lighted ne anlama geliyor?
İngilizce'deki lighted kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte lighted'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki lighted kelimesi aydınlık, ışık, aydınlatma, ışıklandırma, lamba, avize, hafif, silik, belirsiz, hafif, basit, kolay, açık, uçuk, aydınlatmak, yakmak, tutuşturmak, hafif, hazmı kolay, hafif, hafif, light, ufak, ufak tefek, ince, az, hafif, önemsiz, ehemmiyetsiz, önemsiz, kumlu, ince, zarif, narin, umursamaz, hafif, hafif, hafif, hafifçe, hafif bir şekilde, ampul, gün ışığı, trafik ışığı, sokak lambası, far, fener, deniz feneri, alev, bakış açısı, görüş açısı, aydın, önde gelen kişi, pırıltı, ışıltı, aydınlık kısım, küçük pencere, ateş, akciğerler, ışıklar, ateş yakmak, ayrılmak, aydınlanmak, aydınlanmak, aydınlatmak, sigara yakmak, yakmak, ışık, huzme, gün ışığına çıkarmak, ampul, elektrik ampulü, alev almak, gün yüzüne çıkmak, gün ışığına çıkmak, loş ışık, yeşil ışık, yeşil ışık, izin vermek, en önemli kısım, ilgi çekici olay, ışığında, -in ışığında, aydınlığında, (diğer insanlara örnek olan) saygın/seçkin kimse, ışık saçan kimse, açık mavi, açık mavi, açık kahverengi, açık kahverengi, ampül, açık yeşil, ışık düğmesi, lamba düğmesi, ışıklandırmak, başı dönen, neşeli, ağır olmayan, hafif, hafifsiklet, önemsiz, hafifsiklet sporcu, hemen sarhoş olan kimse, içkiye dayanıksız kimse, önemsiz kimse, hafif, ışık demeti, hayatın ışığı, kırmızı ışık, dur ışığı, olumsuz karar, başka bir gözle bakmak, ışığı görmek, gerçekleşmek, meydana gelmek, ışın, ışık vermek, açıklık getirmek, parlak ışık, sokak lambası, trafik ışığı, trafik lambası, ışığı açmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
lighted kelimesinin anlamı
aydınlık, ışıknoun (general: not darkness) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) These particular plants grow better in the light than in the dark. |
aydınlatma, ışıklandırmanoun (illumination) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Could we have some light in the room? It's too dark. O anda tüm varlığının parlak bir nurla çevrelendiğini hissetti. |
lamba, avizenoun (lamp) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We have three lights in this room. Bu odada üç adet lamba vardır. |
hafifadjective (not heavy in weight) (ağır olmayan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Give me the heavy bag, and you can carry the light one. Ağır torbayı bana ver, hafif olanını da sen taşıyabilirsin. |
silik, belirsizadjective (faint) (belirgin olmayan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You could only see a light outline of the mountains. |
hafif, basit, kolayadjective (easy, gentle) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Take a little light exercise - nothing too strenuous. Kolay bir egzersiz yap, çok zor olanlarını yapma. |
açık, uçukadjective (color: pale) (renk) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Have you seen my light blue shirt? Açık mavi gömleğimi gördün mü? |
aydınlatmaktransitive verb (illuminate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He finally found the lamp to light the room. The mayor flipped the switch to light the Christmas tree. |
yakmak, tutuşturmaktransitive verb (ignite) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I will light the petrol to set off the fire. Yangını başlatmak için benzini tutuşturacağım. |
hafif, hazmı kolayadjective (food: easy to digest) (yemek) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) While her husband ordered a steak, she ordered something lighter. |
hafifadjective (food: has few calories) (yiyecek) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This light mayonnaise doesn't have much flavour. |
hafif, lightadjective (drink: low alcohol) (içki) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Some people prefer light beer to very alcoholic beverages. |
ufak, ufak tefekadjective ([sb]: not heavily built) (kişi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She is very strong for someone so light! |
inceadjective (clothing: for warm weather) (ceket, kazak, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You can wear a light jacket. It isn't too cold outside. |
azadjective (figurative (low volume) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There was only light trading in the commodities markets due to the holiday. |
hafifadjective (low pressure) (dokunuş, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The masseur had a very light touch. |
önemsiz, ehemmiyetsizadjective (figurative (not profound) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We just engaged in light conversation, nothing serious. |
önemsizadjective (figurative (trivial) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sam reassured me that it was a light matter and nothing to worry about. |
kumluadjective (soil: sandy) (toprak) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Carrots are best grown in a light soil, rather than heavy clay. |
ince, zarif, narinadjective (delicate) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The dancer executed some light and dainty steps. |
umursamazadjective (figurative (carefree) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The girls liked him for his light and carefree attitude towards life. |
hafifadjective (of low weight capacity) (uçak, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He has a licence to fly light aircraft. |
hafifadjective (breeze: gentle) (rüzgar) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It will be mainly sunny, with a light breeze. |
hafifadverb (without burdens) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She traveled light, carrying only a small case. |
hafifçe, hafif bir şekildeadverb (poetic (lightly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She walked so light that she barely left a footprint. |
ampulnoun (light bulb) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The light has burned out in the kitchen. Can you replace it? |
gün ışığınoun (daylight) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You had better go to the shop while there is still light. |
trafik ışığınoun (traffic light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The traffic stopped when the light turned red. Trafik ışığı kırmızı yanınca tüm araçlar durdu. |
sokak lambasınoun (street lamp) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They installed lights on the street to make it safer to walk at night. |
farnoun (car: headlight) (araba) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When it got dark, he turned the car's lights on. |
fener, deniz fenerinoun (lighthouse) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The sailors were most relieved when they saw the Sambro Island Light in the distance. |
alevnoun (flame) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He could see her face in the light of the candle. |
bakış açısı, görüş açısınoun (figurative (viewpoint) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He always saw things in a negative light. Herşeyi olumsuz bir bakış açısıyla değerlendirirdi. |
aydın, önde gelen kişinoun (luminary) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She is a leading light in the art world. |
pırıltı, ışıltınoun (gleam) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She saw the light in his eyes and knew he had a good idea. |
aydınlık kısımnoun (art: effect) (resimde) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Look at the light on the woman's face in this painting. |
küçük pencerenoun (small window) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Don't open the big window, just the corner light. |
ateşnoun (fire to light a cigarette, etc.) (sigara yakmak için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Hey, do you have a light? |
akciğerlerplural noun (animal lungs as food) (hayvan) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) Cook the lights for an hour in the stock. |
ışıklarplural noun (decorative) (dekoratif) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) We put the tinsel and lights on the Christmas tree. |
ateş yakmakintransitive verb (take fire) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He threw on a match and the bonfire lighted. |
ayrılmakphrasal verb, intransitive (leave, set off) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
aydınlanmakphrasal verb, intransitive (figurative (brighten with joy) (sevinçten, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Her face lit up when she heard that her father was returning. |
aydınlanmakphrasal verb, intransitive (become brighter) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Give it a moment and the room will light up. |
aydınlatmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (brighten) (neşelendirmek) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I love you - you light up my life. |
sigara yakmakphrasal verb, intransitive (informal (light a cigarette) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When she pulled out a cigarette and lit up, several people left the room. |
yakmakphrasal verb, transitive, inseparable (informal (cigarette: apply flame) (sigarayı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Rob lit up a cigarette. |
ışık, huzmenoun (light ray) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The room was dark except for a thin beam of light shining through a small hole in the roof. |
gün ışığına çıkarmakverbal expression (figurative (reveal [sth] secret) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We should bring his outrageous actions to light. |
ampul, elektrik ampulünoun (light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bulb in the hallway needs to be replaced. |
alev almakverbal expression (ignite) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Gasoline can catch fire very easily. If you knock that candle onto the rug, it will catch on fire. |
gün yüzüne çıkmak, gün ışığına çıkmakverbal expression (figurative (be revealed) (mecazlı) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Every day more information about the scandal comes to light. |
loş ışıknoun (low or soft light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'm not calling you ugly but you definitely look best in a dim light. |
yeşil ışıknoun (traffic signal: go) (trafik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We'll never make it to the green light in time. |
yeşil ışıknoun (figurative (authorization to begin) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Today we got a green light from the director to begin the new project. The committee gave my project the green light. |
izin vermektransitive verb (figurative (authorize) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The Federal Aviation Administration has green-lighted a request to extend the airport runway. |
en önemli kısım, ilgi çekici olaynoun (figurative, often plural (most important moment) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The highlight of the trip was the visit to the Eiffel Tower. Gezinin en önemli kısmı Eyfel Kulesi'ne yaptığımız ziyaretti. |
ışığındapreposition (considering, in view of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In light of the weather forecast, maybe we'd better postpone the picnic. |
-in ışığındapreposition (figurative (in view of, given) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the light of recent developments, it would be appropriate to review the arrangements. |
aydınlığındapreposition (illuminated by) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
(diğer insanlara örnek olan) saygın/seçkin kimse, ışık saçan kimsenoun (figurative (person: inspirational) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Jacobi has been a leading light of the theatre through most of his career. |
açık mavinoun (pale blue color) (renk) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Do you have this shirt in light blue? |
açık maviadjective (pale blue in color) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The team's new strip is light blue with a burgundy stripe. |
açık kahverenginoun (pale brown color) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The old leather bag had faded to light brown. |
açık kahverengiadjective (pale brown in color) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The police described the attacker as tall, with short, light-brown hair. |
ampülnoun (electric light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The light bulb flickered, then went out. |
açık yeşilnoun (pale green colour) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ışık düğmesinoun (lever or knob for controlling a light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I entered the darkened room and reached for the light switch. |
lamba düğmesinoun (knob or dial controlling an electric light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ışıklandırmak(illuminate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The dim lamp hardly lights up the room. |
başı dönenadjective (dizzy, faint) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm feeling lightheaded; could we rest for a moment? |
neşeliadjective (cheerful, light in mood) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) So why are you in such a lighthearted mood today? |
ağır olmayan, hafifadjective (light in weight or texture, etc) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Our lightweight jackets are perfect for travel. |
hafifsikletadjective (sport: of lightest weight division) (spor) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The lightweight match will start at 8 pm. |
önemsizadjective (not serious, trivial) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's just a lightweight romance novel, but I enjoyed reading it. |
hafifsiklet sporcunoun (sport: lightweight contender) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The new lightweight looks like serious competition for the champion. |
hemen sarhoş olan kimse, içkiye dayanıksız kimsenoun (informal, figurative (person who gets drunk quickly) (kişi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Stumbling after only two beers? You're such a lightweight! |
önemsiz kimsenoun (figurative ([sb] of little influence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Don't be concerned about his outburst: he's a lightweight. |
hafifadjective (US, informal (light: low in fat, sugar, etc.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Brian bought the lite lunch option at the restaurant. |
ışık demetinoun (light beam) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Suddenly a ray of light beamed in the darkness, helping us climb to safety. |
hayatın ışığınoun (figurative (source of rare joy) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You, my precious, are a true ray of light in my troubled life. |
kırmızı ışık, dur ışığınoun (traffic light indicating stop) (trafik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You should always stop at the red light. |
olumsuz kararnoun (figurative (signal not to act) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The building project got a red light from the town planners. |
başka bir gözle bakmakverbal expression (figurative (fresh perspective) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Since they repainted the town hall I'm seeing it in a new light. |
ışığı görmekverbal expression (figurative (understand) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After Ann explained it to me I could finally see the light. |
gerçekleşmek, meydana gelmekverbal expression (figurative (come into being) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Your plan is so bad it will never see the light of day. |
ışınnoun (ray: of light) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A shaft of light broke through the clouds. |
ışık vermek(be a source of illumination) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A reading lamp shed light over the surface of the desk. |
açıklık getirmekverbal expression (figurative (clarify, explain) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The research project sheds light on how dolphins communicate with each other. |
parlak ışıknoun (figurative ([sb] excellent or inspirational) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Martin Luther King was one of the shining lights of the civil rights movement. |
sokak lambasınoun (lamp illuminating a road) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The streetlights come on at 6:30 p.m. |
trafik ışığı, trafik lambasınoun (usually plural (signal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When the traffic lights turn red, you must stop. |
ışığı açmakverbal expression (switch the light on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I always turn on the light when I walk into the room. |
İngilizce öğrenelim
Artık lighted'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
lighted ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.