İngilizce içindeki tying ne anlama geliyor?

İngilizce'deki tying kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte tying'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki tying kelimesi bağlamak, düğümlemek, bağlamak, bağlamak, berabere kalmak, bağlamak, eşitlemek, kravat, beraberlik, -e bağlamak, bağ, bağ, çubuk, nota bağı, travers, bağcıklı ayakkabı, düğümlemek, bağlamak, berabere kalmak, yenişememek, sınırlamak, sesi uzatmak, birleştirmek, berabere olmak, bağlantısı olmak, uyuşmak, ile uyuşmak, -e bağlamak, uyuşmak, ile uyuşmak, bağlamak, meşgul etmek, sonuçlandırmak, smokin, resmi gece kıyafeti ile gidilen, resmi, papyon kravat, papyon, resmi, evlenmek, boyunbağı, kravat, bağlamak, özgürlüğünü kısıtlamak, ile bağlantı kurmak, -e uydurmak, evlenmek, dünya evine girmek, trafik sıkışıklığı, batik tekniği, batik, (smokinle beraber takılan) beyaz papyon anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

tying kelimesinin anlamı

bağlamak

transitive verb (attach using string)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He tied the horse to the post.
Atını direğe bağladı.

düğümlemek, bağlamak

transitive verb (a knot)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She tied string round the giftbox.
Hediye paketinin üzerine kurdele bağladı.

bağlamak

(attach using string, rope) (iple, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He tied the package with string.

berabere kalmak

intransitive verb (be even in sports)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The two teams tied.
İki takım berabere kaldı.

bağlamak

transitive verb (shoelaces: fasten) (ayakkabı bağcığı, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The runner tied her shoelaces tightly before starting her jog.

eşitlemek

transitive verb (make the score even) (oyun, maç, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They tied the game with the last score.
Son golle birlikte maç eşitlendi.

kravat

noun (mainly UK (necktie)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He wore a blue tie to go with his white shirt.
Beyaz gömleğine uyan mavi bir kravat taktı.

beraberlik

noun (sport, game: draw) (spor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Neither team was happy with the 2-2 tie.

-e bağlamak

(attach with string, rope)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
James put the luggage on the roof rack and tied it on securely.

bağ

noun (string, etc., for attaching things)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The tie came loose and the bag dropped.

bağ

noun (figurative (bond) (aile, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He stays in Ohio because of his family ties.

çubuk

noun (rod) (metal, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The metal tie helped hold the structure together.

nota bağı

noun (music: line connecting notes) (müzik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
To elongate the last note of the measure, there is a tie to the following half note.

travers

noun (US (railroad) (demiryolu)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Railroad ties support the steel tracks.

bağcıklı ayakkabı

noun (US (shoe)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Do you prefer a tie or a loafer?

düğümlemek, bağlamak

transitive verb (make a knot in)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He tied a knot in his scarf.

berabere kalmak, yenişememek

transitive verb (mainly US (match in sports)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The Canadian team tied the French.

sınırlamak

transitive verb (figurative, often passive (restrict) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He is tied to the job by the golden handcuffs in his contract.

sesi uzatmak

transitive verb (extend sound of: note) (nota)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The C is tied over the bar for half a beat.

birleştirmek

transitive verb (often passive (connect: musical notes)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The quarter note and the eighth note were tied.

berabere olmak

transitive verb (be equal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
With one day to go until the final vote, the two candidates were tied.

bağlantısı olmak

(figurative, often passive (connect, link)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The politician had to resign because it was discovered that he was tied to the mafia.

uyuşmak

phrasal verb, intransitive (be consistent)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
James said they'd got home at 2 am and Paul said the same, so that ties in.

ile uyuşmak

(be consistent with)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This pottery fragment is 500 years old, which ties in with what archaeologists believe about the age of the settlement.

-e bağlamak

phrasal verb, transitive, separable (connect with [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
This is a great idea, but it doesn't seem to fit with the rest of the novel. I'm not sure we can tie it in.

uyuşmak

phrasal verb, intransitive (occur at coordinated time) (zaman)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Our train gets in at 19:00 and the concert starts at 19:30, so that ties in.

ile uyuşmak

(occur at coordinated time with) (zaman)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
You want to meet for lunch? We'll be in town at midday anyway, so yes, that ties in with our plans.

bağlamak

phrasal verb, transitive, separable (fasten or secure with rope)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Joe wrapped the package and tied it up with string.

meşgul etmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (keep occupied)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

sonuçlandırmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (end, bring to a conclusion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The writer struggled to tie up his complex story.

smokin

noun (men's formal evening wear)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The men had to wear black tie for the company's Christmas dinner.

resmi gece kıyafeti ile gidilen

noun as adjective (of men's formal evening wear)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
James looked suave in his black tie outfit.

resmi

noun as adjective (event: requiring men's formal wear)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

papyon kravat, papyon

noun (bow-shaped necktie)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Alan was wearing a bow tie.

resmi

noun as adjective (dinner, etc.: formal) (davet, yemek)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He's been invited to a bow-tie dinner.

evlenmek

verbal expression (figurative (get married)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tom and Rachel tied the knot at the church last night.

boyunbağı, kravat

noun (US (tie worn around the neck)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I won't work in an office that requires me to wear a necktie.

bağlamak

(fasten with rope)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

özgürlüğünü kısıtlamak

(figurative (restrain, restrict [sb]) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

ile bağlantı kurmak

verbal expression (connect [sth] with [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Detectives are trying to tie in the witness accounts and CCTV footage with what they suspect happened.

-e uydurmak

verbal expression (coordinate timing of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The publishers want to tie in the book launch for the famous poet's biography with the centenary of his death.

evlenmek, dünya evine girmek

verbal expression (figurative, informal (get married)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When is your sister going to tie the knot?

trafik sıkışıklığı

noun (US (traffic hold-up)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

batik tekniği

noun (technique of coloured patterns on fabric)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I love tie-dye; it's so fun and colorful.

batik

noun as adjective (relating to tie-dying fabric) (kumaş)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I have a lot of tie-dye shirts that I love to wear to school.

(smokinle beraber takılan) beyaz papyon

noun (men's formal dress)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I'll be wearing white tie to the mayor's ball.

İngilizce öğrenelim

Artık tying'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.