İngilizce içindeki bore ne anlama geliyor?
İngilizce'deki bore kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte bore'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki bore kelimesi canını sıkmak, delik açmak, kazmak, can sıkıcı kimse, can sıkıcı şey, namlu çapı, artezyen kuyusu, silindir çapı, ırmak ağzında med dalgası, delgi yapmak, ayı, taşımak, ağırlığını kaldırmak, katlanmak, tahammül etmek, dayanmak, vermek, doğurmak, doğurmak, dayanmak, dönmek, sapmak, kaba kimse, karamsar, açıkçı, zor şey, kalmak, taşımak, davranmak, hareket etmek, yüklenmek, beslemek, göstermek, adını taşımak, ismini taşımak, fiyatları düşürmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
bore kelimesinin anlamı
canını sıkmaktransitive verb (make bored) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I try to pay attention, but algebra class bores me. |
delik açmaktransitive verb (pierce: a hole) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The carpenter bored a hole in the board. |
kazmaktransitive verb (drill: shaft, tunnel) (tünel, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This machine can bore tunnels through layers of rock. |
can sıkıcı kimsenoun (uninteresting person) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Don't invite that bore Quentin to the party. |
can sıkıcı şeynoun (dull event) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This play is such a bore; let's leave at intermission. |
namlu çapınoun (diameter of a gun barrel) (tabanca) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This gun has a bore of 6mm. |
artezyen kuyusunoun (AU (artesian well) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
silindir çapınoun (cylinder or tube) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ırmak ağzında med dalgasınoun (wave in estuary) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
delgi yapmaktransitive verb (expand diameter of hole) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
ayınoun (mammal: ursidae) (hayvan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) America is home to many species of bear. Amerika'da pek çok türde ayı yaşamaktadır. |
taşımak, ağırlığını kaldırmaktransitive verb (support weight) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The bridge must bear the weight of the cars and trucks. Köprü, üzerinden geçen araba ve kamyonların ağırlığını taşıyabilmelidir. |
katlanmak, tahammül etmek, dayanmaktransitive verb (endure [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He could hardly bear the suspense. Gerilime güçlükle tahammül etti. |
vermektransitive verb (produce flowers, fruit) (meyve, çiçek) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After several years of drought, the apple tree finally bore fruit. |
doğurmaktransitive verb (give birth to: a child) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The queen bore fourteen children, but only three survived childhood. |
doğurmaktransitive verb (give [sb] with an heir) (birisine bir şey) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The Queen bore her husband three daughters. |
dayanmaktransitive verb (withstand, stand up to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He knew his alibi would bear scrutiny, so he had no problem telling it to the detectives. |
dönmek, sapmakintransitive verb (curve: left, right) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You need to bear left at the fork in the road. Yol ayrımında sola sapmanız (or: dönmeniz) gerekiyor. |
kaba kimsenoun (US, informal, figurative (rude person) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He is a bear first thing in the morning. |
karamsarnoun (business pessimist) (kişi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the current recession, we're all bears. |
açıkçınoun (informal (finance: short seller) (finans) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A bear sells when he hopes prices will go even lower. |
zor şeynoun (US, informal, figurative ([sth] difficult) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Avoid taking economics with Professor Smith; his class is a bear! This tax form is a bear! |
kalmakintransitive verb (remain) (sadık, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He would bear true to the promises he made. |
taşımaktransitive verb (carry [sth], [sb]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The donkey had to bear the load to the camp. |
davranmak, hareket etmektransitive verb (conduct: yourself) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He bore himself with courage and distinction. Farklı ve cesur davrandı. |
yüklenmektransitive verb (assume) (sorumluluk, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I will bear the responsibility for my decisions. |
beslemektransitive verb (ill will, resentment: harbour) (kin, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) George doesn't bear any ill will towards people whose views are completely different from his own. |
göstermektransitive verb (display, show [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The warrior's face bore several deep scars. |
adını taşımak, ismini taşımaktransitive verb (have: name, title) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He bears his father's name. |
fiyatları düşürmektransitive verb (finance: attempt to lower price) (borsa, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The brokers were trying to bear the stocks. |
İngilizce öğrenelim
Artık bore'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
bore ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.