İngilizce içindeki head ne anlama geliyor?
İngilizce'deki head kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte head'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki head kelimesi kafa, baş, tura, başkan, baş, yönetmek, idare etmek, -e doğru gitmek, öndeki, ilk, ön, karşı, zeka, akıl, yetenek, kabiliyet, soğukkanlılık, sakinlik, kişi, üst sıra, başkan, baş, baş kısım, baş, basınç, baş, baş, ok ucu, kafa, manşet, sayfa başı, baş, tuvalet, hela, silindir başı, hayvan, köpük, baş, memba, ray kafası, oral seks, baş, baş, -lık, -lik, doğru gitmek, baş vermek, önce gelmek, birincisi olmak, başkanlık etmek, yöneltmek, kafa vurmak, başlık atmak, geri yönelmek, -e doğru gitmek, gitmek, yolunu kesmek, yolculuğa çıkmak, yönüne gitmek, başına geçmek, kibirli tavır, başını öne eğmek, kalın kafalı, geri zekalı, sakinlik, soğukkanlılık, kafasına sokmak, tepetaklak düşmek, sırılsıklam aşık olmak, sırılsıklam aşık olmak, sırılsıklam aşık olmak, sarhoş etmek, başını döndürmek, utançla başını eğmek, aklı başında olmak, aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmak, -den çok daha üstün olmak, kat kat önde/üstün olmak, aşçıbaşı, saç, evin reisi, aile reisi, devlet başkanı, genel merkez, kafa kafaya, doğrudan, kafa kafaya, açık, yarışa önde başlama, üstünlük, avantaj, doğruca (bir yere) gitmek, baş başa, karşı karşıya, kafa kafaya çarpışma, kafa atma, kafa atmak, balıklama, düşüncesizce, yetenek avcısı, okul müdürü, tam üstüne basmak, kendini kaybetmek/aklı başından gitmek, düşünmeden, başına hafifçe dokunma, başına hafifçe dokunmak, aklı başında olmak, kafası yerinde olmak, başını sokacak bir yer/ev, sayfa başlığı, avazı çıktığı kadar bağırmak, duş başlığı, sinirli/asabi kimse anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
head kelimesinin anlamı
kafa, başnoun (anatomy: skull) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The neck connects the head to the body. Boyun kafayı vücuda bağlar. |
turanoun (tossed coin: head side up) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) "Heads or tails?" she asked, flipping the coin. |
başkannoun (leader, director) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He is the head of the library association. Kendisi bu firmanın yöneticisidir. |
başadjective (principal) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The head physician is Dr. Thomas. Baş hekim Dr.Taşkıran'dır. |
yönetmek, idare etmektransitive verb (lead) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The ex-congressman headed the investigation. Soruşturmayı eski milletvekili yönetti. |
-e doğru gitmekintransitive verb (face, go: in a given direction) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If we head south, we should get home eventually. |
öndekiadjective (at the front, leading) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The head runner was starting to slow down. |
ilkadjective (at the top, first) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The head item on the agenda was going to be difficult to resolve. |
ön, karşıadjective (maritime: from in front of) (rüzgar, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The strong head winds slowed the sailing vessel. |
zekanoun (figurative (thought, intellect) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He has a good head for science. |
akılnoun (figurative (intelligence) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Use your head! You can find a creative way to get it done. |
yetenek, kabiliyetnoun (figurative (ability) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I just don't have the right head for management. |
soğukkanlılık, sakinliknoun (figurative (composure) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Though he was mad, he kept his head about him in public. |
kişinoun (person) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They charge five dollars a head to get into the dance club. |
üst sıranoun (top: in achievement, ability) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He was at the head of his class at Harvard. |
başkannoun (chief, president) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That man is the head of the company. |
başnoun (extremity) (kemik, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The head of the bone slots into the socket. |
baş kısım, başnoun (front position) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Since it was his birthday, he sat at the head of the table. |
basınçnoun (fluid pressure) (sıvı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) As the locomotive went faster and faster, it built up quite a head of steam. |
başnoun (part likely to burst) (sivilce, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He burst the pimple by poking its head with a needle. |
başnoun (drum) (davul) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A conga drum is tuned by adjusting the tension of its head. |
ok ucunoun (arrow) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The shaft of the arrow was made of ash, and its head was made of metal. |
kafanoun (recording device) (teyp, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The sound from the cassette player was dull because the head was dirty. |
manşetnoun (headline) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The front page of the newspaper had a massive head when war broke out. |
sayfa başınoun (page) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We usually put the article's title at the head of the page. |
başnoun (tool) (alet) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The head of the hammer is made of strengthened metal so it doesn't malform. |
tuvalet, helanoun (maritime: toilet) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He's gone to the head to pee. |
silindir başınoun (cylinder) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The cylinder head is an essential part of an internal combustion engine. |
hayvannoun (herd animal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The farmer sold his cattle for fifty dollars per head. |
köpüknoun (beer, other foam) (bira) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The waiter poured the beer so that it would have a lot of head on top. |
başnoun (compact plant part) (marul, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This new lettuce has a tight head. |
membanoun (river source) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The head of this river is a small stream in the Rocky Mountains. |
ray kafasınoun (railhead) (tren) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The engineers fixed the head so that the wheels of the train could run smoothly along it. |
oral seksnoun (slang (fellatio) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Ana enjoys giving her boyfriend head. |
başnoun (bow of a ship) (geminin ön kısmı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The sailors used a rope at the head of the ship to fasten it to the wharf. |
başnoun as adjective (of or affecting the head) (başla ilgili) The doctors kept him in hospital for observation after his head injury. |
-lık, -liksuffix (noun: state of being) (olma hali) For example: godhead Örnek: Tanrılık |
doğru gitmekintransitive verb (go in a direction) (bir yere) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We are going to head to Arizona next on our trip. |
baş vermekintransitive verb (form a head) (bitki, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) This lettuce heads early. |
önce gelmektransitive verb (precede) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The candidate for prime minister headed the list of candidates. |
birincisi olmaktransitive verb (excel) (sınıfın, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He heads his class in language studies. |
başkanlık etmektransitive verb (be the chief of) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) That man heads the fire service for the whole country. |
yöneltmektransitive verb (turn aside) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The sheepdog headed the sheep away from the river. |
kafa vurmaktransitive verb (sports: hit with one's head) (topa, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The football player headed the ball into the net. |
başlık atmaktransitive verb (put as a title) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The journalist headed the article "Ways to Avoid Being Overworked." |
geri yönelmekphrasal verb, intransitive (start to go back, return) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It's getting late; let's head back. |
-e doğru gitmekphrasal verb, transitive, inseparable (go towards, go to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) To find the party, head for the noise! |
gitmekphrasal verb, intransitive (set out, go) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We need to head off at 8 o'clock in order to arrive at the party on time. |
yolunu kesmekphrasal verb, transitive, separable (redirect by blocking path) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He tried to head off the charging bull by closing the gate. |
yolculuğa çıkmakphrasal verb, intransitive (leave, start a journey) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Henry was getting impatient to head out on his own. |
yönüne gitmekphrasal verb, transitive, inseparable (go in direction of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We last saw them heading toward Los Angeles. |
başına geçmekphrasal verb, transitive, separable (lead) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Rick was chosen to head up the band, perhaps because he played the drums so well. |
kibirli tavırnoun (conceited or arrogant attitude) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) All those accolades that Paul has been getting are giving him a big head. |
başını öne eğmektransitive verb (lower: your head) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The parishioners bowed their heads in prayer. |
kalın kafalı, geri zekalınoun (US, pejorative, vulgar, slang (stupid person) (argo) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Get out of the way, butthead! |
sakinlik, soğukkanlılıknoun (slang, figurative (composure, calm) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) After the accident, and even though she had been injured, she had a cool head. |
kafasına sokmakverbal expression (instill by repetition) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Our father, a clever but uneducated man, always drummed into our heads the importance of a good education. |
tepetaklak düşmekverbal expression (tumble) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Alex fell head over heels down the mountainside. |
sırılsıklam aşık olmakverbal expression (figurative (fall in love) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After knowing him for just two weeks I'd fallen head over heels. |
sırılsıklam aşık olmakverbal expression (figurative (fall in love) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
sırılsıklam aşık olmakverbal expression (figurative (fall in love) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
sarhoş etmekverbal expression (make drunk) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That glass of wine has gone straight to my head! |
başını döndürmekverbal expression (figurative, slang (make egotistical) (şöhret, zenginlik, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His one hit record went to his head, and now he is impossible to live with. |
utançla başını eğmekverbal expression (in shame) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The defendant hung his head as the judge pronounced his sentence. |
aklı başında olmakverbal expression (figurative (be sensible) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't mind him dating my daughter. That boy has a good head on his shoulders. |
aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmakverbal expression (figurative (be a dreamer) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That boy is smart, but he will never amount to much because he has his head in the clouds. |
-den çok daha üstün olmak, kat kat önde/üstün olmakverbal expression (figurative (be vastly superior to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) George's essay was head and shoulders above those of the rest of the class. |
aşçıbaşınoun (professional cook who runs a kitchen) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The head chef makes an excellent caesar salad. |
saçnoun (hair: amount, thickness) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That beautiful girl has a gorgeous head of hair. |
evin reisi, aile reisinoun ([sb] in charge of family) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Forget about Dad, my Mum is definitely the head of the household! |
devlet başkanınoun (national leader) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In a kingdom, the head of state is a king rather than a president. |
genel merkeznoun (headquarters) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The head office of our company is now overseas because we got bought out. |
kafa kafayaadverb (in collision) (çarpışmak) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The car veered across the road and hit a van head-on. |
doğrudanadverb (figurative (directly, honestly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Her novels tackle difficult social issues head-on. |
kafa kafayaadjective (collision: direct, full-frontal) (çarpışma) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There were two fatalities in the head-on collision. Emma was lucky to survive the head-on crash of her small sports car into a bus. |
açıkadjective (figurative (direct, honest) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Rather than talking around the subject, let's take a head-on look at the issues. |
yarışa önde başlamanoun (race: starting ahead) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My little sister runs slowly, so I give her a head start. |
üstünlük, avantajnoun (figurative (advantage) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His parents' wealth gave him a head start in life. |
doğruca (bir yere) gitmekverbal expression (person: go directly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Bianca grabbed her coat and headed straight for the exit. |
baş başaadjective (contest: between two people) (yarışma) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
karşı karşıyaadverb (in direct opposition) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
kafa kafaya çarpışmanoun (full-frontal crash) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the head-on collision with the lorry, the Mini came off worst. |
kafa atmanoun (violent blow made with the head) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) With a swift headbutt, the goat knocked the little boy over. |
kafa atmaktransitive verb (hit with the forehead) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The wrestler violently headbutted his opponent. |
balıklamaadverb (with the head in front) (dalma) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Max dove into the water headfirst. |
düşüncesizceadverb (figurative (recklessly) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Sam has a tendency to jump into projects headfirst. |
yetenek avcısınoun (figurative (recruiter) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Tamara was recruited by a headhunter for her new job. |
okul müdürünoun (UK (principal of a school) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The impudent boy was sent to explain himself to the headteacher. |
tam üstüne basmakverbal expression (figurative (be exactly right) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Russell's comment really hit the nail on the head. |
kendini kaybetmek/aklı başından gitmekverbal expression (figurative (become overexcited) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Don't lose your head in an emergency. Just stay calm. |
düşünmedenexpression (figurative, informal (spontaneously, improvising) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Off the top of my head, I can't remember the name of that actor. |
başına hafifçe dokunmanoun (gentle touch) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There is nothing the dog likes better than a pat on the head. |
başına hafifçe dokunmakverbal expression (touch gently on head) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Rob patted his son on the head. |
aklı başında olmak, kafası yerinde olmakadjective (slang (sane) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He's a nice enough guy but I don't think he's quite right in the head. |
başını sokacak bir yer/evnoun (informal (place to live) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Your house may not be fancy, but at least it's a roof over your head. The earthquake refugees don't have a roof over their heads. |
sayfa başlığınoun (title at top of a book's pages) (kitap) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
avazı çıktığı kadar bağırmakverbal expression (informal (rant, shout at length) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He was shouting his head off but nobody heard him over the noise of the crowd. OK, I heard you - you don't have to shout your head off! |
duş başlığınoun (nozzle of a shower attachment) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
sinirli/asabi kimsenoun (US, informal ([sb] discontented and irritable) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
İngilizce öğrenelim
Artık head'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
head ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.