İngilizce içindeki left ne anlama geliyor?

İngilizce'deki left kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte left'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki left kelimesi sol, sola, sola doğru, sol taraf, sol yan, sol kanat, geriye kalan, sola dönüş, sol yumruk, sol kanat, ayrılmak, ayrılmak, terketmek, bırakmak, bırakmak, bırakmak, vermek, bırakmak, emanet etmek, unutmak, getirmemek, izin, izin, izin, izin, yapraklanmak, geriye kalmak, bırakmak, bırakmak, vermek, bırakmak, bırakmak, arkada kalmak, geride kalmak, geride bırakılmak, kalmak, geride bırakılmış, sol el, sol el, sol, dışlanmış, kalmak, arta kalmak, sol görüşlü, sol kanat, solak, kalan, artan, artık (yemek), kullanılmamış, kullanılmayan, kalan yemek, artık yemek, artık yemekler, kalan yemekler, yasak, solda, sola, sola dönmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

left kelimesinin anlamı

sol

adjective (side: left-hand)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He writes with his left hand.
Sol eliyle yazar.

sola, sola doğru

adverb (toward the left)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
In this dance, you hop left and then right.
Bu dansta önce sola sonra da sağa zıplanır.

sol taraf, sol yan

noun (left side)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Your keys are to your left.
Anahtarlarınız sol yanınızdadır.

sol kanat

noun (political wing: socialist) (siyaset)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The politicians on the left opposed the change.
Sol kanattaki politikacılar değişikliğe karşı çıktılar.

geriye kalan

adjective (remaining)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There are only three cupcakes left. I only have half a sandwich left.

sola dönüş

noun (informal (left-hand turn)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Take a left at the third light.

sol yumruk

noun (informal (boxing: punch with left fist) (boks)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He landed a left on the other man's chin.

sol kanat

noun (liberal position) (siyaset)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Viewed from the left, these statistics seem to arise out of inequality rather than any naturally criminal inclination among this group.

ayrılmak

intransitive verb (depart)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Is John here? No, he's already left.

ayrılmak, terketmek

transitive verb (go away: from a place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm going to leave this town at three o'clock today.
Bugün saat üçte bu kasabadan ayrılıyorum.

bırakmak

transitive verb (abandon)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He left his wife at home, and went out with his friends on Friday night.
Cuma gecesi, eşini evde bırakıp arkadaşlarıyla eğlenmeye gitti.

bırakmak

transitive verb (let remain)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I enjoyed my meal, but left some of the potatoes as I was feeling rather full.

bırakmak

(let remain: for [sb] else) (birisine bir şey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He left only one piece of pizza for the others.

vermek

transitive verb (let [sb] keep, take)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Leave me your number in case I need to get in touch.

bırakmak, emanet etmek

(entrust) (bir şeyi birisine)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can I leave my keys with you in case something happens?

unutmak

transitive verb (forget to bring) (eşya)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Oh, no. I left the present at home.
İşe bak. Hediyeyi evde unuttum.

getirmemek

transitive verb (not bring)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I've left the keys on the kitchen table in case you want to go out.

izin

noun (permission to act)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The commander gave the soldier leave to manage the situation as he wanted.

izin

noun (permission for absence) (iş)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My boss gave me leave to study for three months.

izin

noun (permitted absence)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I will be on leave until August the fifteenth.
Ağustos'un onbeşine kadar izinde olacağım.

izin

noun (period of absence) (işten)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He has two weeks' leave in the summer.

yapraklanmak

intransitive verb (grow leaves)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many trees leave in the spring, as the weather gets warmer.

geriye kalmak

transitive verb (remainder)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Five minus three leaves two.

bırakmak

transitive verb (have remaining) (elinde, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The coat cost thirty-five dollars and the shoes cost twenty, so that leaves us only five dollars.

bırakmak, vermek

transitive verb (deposit, give) (telefon numarasını, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He left his phone number on the answering machine.

bırakmak

(bequeath) (miras olarak)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
In his will, her father left her the antique clock.

bırakmak

(have remaining)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you take that twenty-pound note, you'll leave me with less than five pounds.

arkada kalmak

verbal expression (not keep up with others)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Fit and experienced hikers should stay at the back of the group to ensure no-one gets left behind.

geride kalmak

verbal expression (figurative (not adapt quickly enough)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I got left behind when the Digital Revolution started.

geride bırakılmak

verbal expression (be abandoned)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Hurry up and get on the bus or you'll get left behind!

kalmak

(sign: stay on left, right)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The road sign said "keep left."

geride bırakılmış

adjective (abandoned)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The "Home Alone" movies are about a boy who is left behind when his family goes on vacation.

sol el

noun (hand on side opposite the right)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Wedding rings are traditionally worn on the left hand. Though widowed, she still wears her wedding ring on her left hand.

sol el

noun (side opposite [sb]'s right)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

sol

noun as adjective (relating to the left-hand side)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My car is a left-hand drive.

dışlanmış

adjective (excluded) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She did not get an invitation to the party, and she felt left out.

kalmak, arta kalmak

expression (remaining)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After the party, there was just one bottle of wine left over.

sol görüşlü

adjective (politics: socialist) (politika)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The opposition was horrified by the new prime minister's left-wing policies.

sol kanat

noun (members of socialist or leftist political parties) (politika)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The left wing always makes that argument.

solak

adjective (having the left hand dominant) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I sprained my right wrist, but luckily I'm left handed so I can still do most things without difficulty. // My little brother's the only left-handed member of the family.

kalan, artan, artık (yemek)

adjective (food: uneaten)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Would you finish up that leftover chicken?

kullanılmamış, kullanılmayan

adjective (materials: remaining, unused)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
We'll keep those leftover shingles for repairs later.

kalan yemek, artık yemek

noun (figurative ([sth] remaining)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The superstition is a leftover from pagan times.

artık yemekler, kalan yemekler

plural noun (food remaining)

He made a great casserole out of yesterday's leftovers.

yasak

adjective (forbidding [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There are signs saying "No smoking" all over the construction site.

solda

adverb (to the left-hand side)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

sola

adverb (on or towards the left-hand side)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He was going to the left.

sola dönmek

intransitive verb (go round a left-hand corner)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

İngilizce öğrenelim

Artık left'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

left ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.