İngilizce içindeki sb ne anlama geliyor?
İngilizce'deki sb kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte sb'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki sb kelimesi -den bahsetmek, -e dikkatini yöneltmek, iyi gelmek, terketmek, bırakmak, kibrini kırmak, utandırmak, kaçırmak, zorla kaçırmak, yardım ve yataklık etmek, iğrenmek, tiksinmek, ikrah etmek, çekmek, tahammül etmek, hiç sevmemek, hiç hoşlanmamak, hakkında olmak, affetmek, bağışlamak, arındırmak, sorumluluktan/yükümlülükten kurtarmak, temize çıkarmak, kendine katmak, ilgisini çekmek, ırza geçmek, taciz etmek, onaylamak, anlayışlı, aksesuarlarla süslemek, övmek, methetmek, olarak tanımak, alıştırmak, alıştırmak, yer tedarik etmek, barındırmak, ihtiyaçlarını karşılamak, eşlik etmek, refakat etmek, eşlik etmek, vermek, yanaşmak, olarak görmek, olarak bilmek, mesul, sorumlu, atfetmek, kredi açmak, yetki vermek, suçlamak, ile suçlamak, suçlamak, suçlamak, alıştırmak, alışkın hale getirmek, servis atmak, özlemek, teşekkür etmek, tanımak, bilgilendirmek, tanışık olmak, suçsuz bulmak, karşısında, vekalet etmek, olarak haraket etmek, bozmak, hitap etmek, konuşma yapmak, hitap etmek, söylev vermek, adresine göndermek, yöneltmek, söz yöneltmek, adrese göndermek, adına göndermek, beğenmek, takdir etmek, içeri almak, kabul etmek, kabul etmek, itiraf etmek, girişe izin vermek, kabul etmek, almak, kabul etmek, yatırmak, itirafta bulunmak, azarlamak, paylamak, azarlamak, uyarmak, ihtar etmek, uyarmak, evlat edinmek, aşık olmak, tavsiyede bulunmak, danışmanlık yapmak, tavsiye etmek, bilgilendirmek, bildirmek, haber vermek, etkilemek, tesir etmek, duygulandırmak, ile bağlantısı olan, kötü etkilemek, hakaret, korkmak, arayışında olmak, karşı olmak, yaşlandırmak, kızdırmak, sinirlendirmek, saldırı, telaşlandırmak, endişelendirmek, eziyet etmek, eziyet çektirmek, aynı fikirde olmak, katılmak, aynı görüşte olmak, mutabık olmak, aynı fikirde olmak, önde, önde, daha önce anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
sb kelimesinin anlamı
-den bahsetmekphrasal verb, transitive, separable (formal (make reference to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
-e dikkatini yöneltmekphrasal verb, transitive, separable (formal (turn your attention to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The committee adverted to the second item on their agenda. |
iyi gelmekphrasal verb, transitive, inseparable (figurative, informal (be good for digestion) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Spicy food does not agree with me. |
terketmektransitive verb (person, pet: leave forever) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Jack abandoned his girlfriend and never spoke to her again. |
bırakmak(give up control of) (kontrolü, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The army abandoned the territory to the indigenous peoples. |
kibrini kırmaktransitive verb (degrade) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) His years of living in Paris seem to have completely abased him. |
utandırmaktransitive verb (literary (make ashamed, disconcert) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The stranger's brazen stare abashed her. Yabancının arsız bakışları genç kızı utandırdı. |
kaçırmak, zorla kaçırmaktransitive verb (kidnap) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Armed men abducted the heiress on Thursday evening. The author of this book claims that aliens abducted his father. |
yardım ve yataklık etmektransitive verb (assist or enable: a criminal) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Margret did not commit the crime, but she abetted the person who did. |
iğrenmek, tiksinmek, ikrah etmektransitive verb (formal (detest) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I abhor the perpetrators of this evil act. |
çekmek, tahammül etmektransitive verb (not tolerate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I can't abide his smoking in the house. "I won't abide insolence or bad behaviour," said the schoolteacher. |
hiç sevmemek, hiç hoşlanmamaktransitive verb (formal (loathe) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Mrs. Howell abominates people with low morals. |
hakkında olmakverbal expression (be on the subject of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My presentation is about the effects of alcohol. This book is about a king who loses his crown. |
affetmek, bağışlamaktransitive verb (religion: free from sin) (din) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I confessed my sins to Father Eric and he absolved me. |
arındırmak(religion: free from sin) (günahlardan, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The priest absolved the man of all his sins. |
sorumluluktan/yükümlülükten kurtarmaktransitive verb (free from responsibility) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Being divorced doesn't absolve you from responsibility towards your children. |
temize çıkarmak(free from guilt) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The court absolved Richard of any blame for the accident. |
kendine katmaktransitive verb (figurative, often passive (assimilate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The corporation gradually absorbed the smaller firms in the area. |
ilgisini çekmektransitive verb (figurative (interest) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The latest novel in the series absorbed readers. |
ırza geçmek, taciz etmektransitive verb ([sb]: treat badly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He abused his wife for many years before she went to the police. Başkan, yetkilerini suistimal ederek çalışanların hakkını yedi. |
onaylamaktransitive verb (person: approve of) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Her father never really accepted her boyfriend. |
anlayışlı(tolerant of [sth]) (-e karşı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This community is accepting of people of all cultures and backgrounds. |
aksesuarlarla süslemektransitive verb (adorn with accessories) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A colourful scarf is the perfect way to accessorise an outfit. |
övmek, methetmek(often passive (praise, applaud) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Critics acclaimed her as the greatest actress of the 20th century. |
olarak tanımaktransitive verb (recognize, acknowledge as) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The people acclaimed him their leader. |
alıştırmak(accustom to [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you have cats and you move house you need to keep the cats indoors for at least a few days to acclimatize them to their new home. Yeni bir eve taşınırsanız kedilerinizi eve alıştırana kadar birkaç gün dışarı bırakmamalısınız. |
alıştırmak(accustom to climate) (havaya, iklime) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Before planting out your young seedlings, take them out of the greenhouse for a short period, then increase each day, to acclimatize them to the colder conditions outdoors. İngiltere'den İspanya'nın güneyine taşındıktan sonra kendimi sıcağa alıştırmam (or: uyum sağlamam) zaman aldı. |
yer tedarik etmektransitive verb (provide lodging) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The hotel can't accommodate us tonight. |
barındırmaktransitive verb (provide space) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The tent can accommodate five. |
ihtiyaçlarını karşılamaktransitive verb (provide for) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The new rules accommodate people of all age groups. |
eşlik etmek, refakat etmektransitive verb (go somewhere with) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Will you accompany me to the store? |
eşlik etmektransitive verb (musician: play along with) (müzik) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A pianist accompanied the jazz singer. |
vermek(grant) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We hereby accord to the petitioner the relief that she requests. |
yanaşmaktransitive verb (approach boldly) (birisine) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A man accosted Emily in the street to ask the time. |
olarak görmek, olarak bilmektransitive verb (formal (consider) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) This restaurant is accounted the best in town. |
mesul, sorumlu(has to report to) (birisine karşı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The MP is accountable to his constituents. |
atfetmektransitive verb (ascribe an achievement to) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
kredi açmaktransitive verb (award credits to) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
yetki vermektransitive verb (certify, authorize) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
suçlamaktransitive verb (blame) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Whether or not you think I committed the crime, you can't accuse me without proof. |
ile suçlamak(often passive (law: charge with a crime) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mr Robertson's former employer has accused him of fraud. |
suçlamakverbal expression (blame for doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They accused me of not setting aside enough time. |
suçlamakverbal expression (law: charge with a crime) (hukuk) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He's accused of embezzling thousands of pounds. |
alıştırmak, alışkın hale getirmek(habituate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Years of living in Morocco have accustomed me to hot weather. |
servis atmaktransitive verb (tennis: serve) (tenis) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Andrea aced her opponent on the court. |
özlemek(figurative (yearn for) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Helen ached for the man she could not be with. |
teşekkür etmektransitive verb (thank [sb] for) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The president acknowledged her contributions in a ceremony. Başkan, tören için yaptığı katkılardan dolayı kadına teşekkür etti. |
tanımaktransitive verb (greet) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He didn't even acknowledge me. |
bilgilendirmek(introduce, make familiar) (birisini bir şey hakkında) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Once Mark had acquainted his assistant with the computer program, she was able to work on her own. |
tanışık olmakverbal expression (know [sb]) (birisi ile) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Harry, I believe you are acquainted with Miss Forbes? |
suçsuz bulmaktransitive verb (pronounce not guilty) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The jury acquitted the defendant due to lack of evidence. |
karşısındapreposition (opposite) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My office building is just across from the mall. |
vekalet etmekintransitive verb (substitute) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I will have to act for my absent brother. |
olarak haraket etmek(perform function) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When they first met each other, it was her sister who acted as matchmaker. The man's trousers were held up by a bit of rope that was acting as a belt. |
bozmaktransitive verb (confuse) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Fred is talking nonsense; too much whisky has addled his thinking. Fred saçma konuşmaya başladı; fazla viski düşüncelerini bozdu. |
hitap etmektransitive verb (use a title) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) "Your Holiness" is the correct way to address the Pope. |
konuşma yapmak, hitap etmek, söylev vermektransitive verb (give a speech) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The President will address the nation on Tuesday. Cumhurbaşkanı Salı günü halka hitaben bir konuşma yapacak. |
adresine göndermektransitive verb (indicate mail is intended for [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joyce addressed the letter to her sister. |
yöneltmektransitive verb (remark: say to [sb]) (söz, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) O'Neill addressed his remarks to the business owners in the audience. |
söz yöneltmektransitive verb (speak to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The teacher addressed the cleverest boy in the class. |
adrese göndermektransitive verb (consign, entrust) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The cargo was addressed to the freight forwarder. |
adına göndermekverbal expression (mail: be intended for [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) This letter is addressed to you. |
beğenmek, takdir etmektransitive verb (respect) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Kristin admires doctors who volunteer to work in third-world countries. |
içeri almaktransitive verb (allow entry to) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The staff doesn't admit anyone after five o'clock. Akşam saat beşten sonra kimseyi içeri almıyorlar. |
kabul etmektransitive verb (often passive (accept as a member) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The club is not admitting new members at this time. |
kabul etmektransitive verb (often passive (place in an institution) (birisini bir yere) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Have you ever been admitted to a hospital? |
itiraf etmektransitive verb (confess) (bir şeyi birisine) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Ken admitted his part in the robbery to the police. |
girişe izin vermektransitive verb (allow entry) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The night watchman has to go to the door to admit you into the building. |
kabul etmek, almaktransitive verb (as a member) (birisini bir yere) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He was admitted into the golf club as a member. |
kabul etmek, yatırmaktransitive verb (often passive (to institution) (hastane, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She was admitted against her will. |
itirafta bulunmaktransitive verb (confess) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jones admitted to the police that he had been involved in the criminal enterprise. |
azarlamak, paylamaktransitive verb (scold, reprimand) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you're late, your boss will admonish you. |
azarlamakverbal expression (reprimand for doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The teacher admonished the student for being late to class yet again. |
uyarmak, ihtar etmektransitive verb (warn, caution) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) "Make sure you don't drive too fast," John's mother admonished him. |
uyarmakverbal expression (warn [sb] about doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The judge admonished the witness to tell the truth. |
evlat edinmektransitive verb (become legal parent of: a child) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The Smiths have adopted a baby from Ghana. |
aşık olmaktransitive verb (love) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Amy adores Martin and wants to marry him. |
tavsiyede bulunmaktransitive verb (counsel [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Our team of experienced attorneys is ready to advise you. |
danışmanlık yapmak(counsel [sb] on [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He was hired to advise the queen on matters of state. |
tavsiye etmekverbal expression (counsel [sb] to do) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I advised him to eat before the flight. |
bilgilendirmektransitive verb (formal (with clause: notify [sb]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A text message advised me that my flight was delayed. |
bildirmek, haber vermek(formal (notify [sb] of [sth]) (birisine birşeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Newcastle Council have advised us of a series of road closures. |
etkilemek, tesir etmektransitive verb (have an effect on) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The government's plan will affect a lot of people. Hükümetin planı pek çok insanı etkileyecek. |
duygulandırmaktransitive verb (touch emotionally) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The film about a cancer survivor affected me deeply. |
ile bağlantısı olan(associated with) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The attack was carried out by an individual claiming to be affiliated with a known terrorist group. |
kötü etkilemektransitive verb (affect badly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This disease afflicts more and more people every year. |
hakaretnoun ([sth] that offends) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Samantha took the remarks as an affront to her family. Samantha bu söylenilenleri ailesine yapılmış bir hakaret olarak algıladı. |
korkmakadjective (scared of [sth], [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When I was younger I was afraid of spiders. |
arayışında olmak(informal (search for [sth], [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm after a new service provider; which one would you recommend? |
karşı olmak(oppose) (bir şeye/birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Many Americans are against the war. Bu davranışınız kurallara aykırıdır. |
yaşlandırmaktransitive verb (make older-looking) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Smoking ages you by dehydrating your skin. |
kızdırmak, sinirlendirmektransitive verb (informal (irritate, annoy) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) My son is always aggravating his little sister; he just won't leave her in peace. |
saldırınoun (attack, infringement) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This recent violence against a minority is an aggression on our society as a whole. |
telaşlandırmak, endişelendirmektransitive verb (make anxious) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I could see that being made to wait was agitating him; he was biting his nails. |
eziyet etmek, eziyet çektirmektransitive verb (cause to be anguished) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
aynı fikirde olmak, katılmak, aynı görüşte olmak, mutabık olmak(have same opinion) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I asked Jane for her opinion, and she agreed with me. |
aynı fikirde olmakverbal expression (have same opinion about) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We all agreed with Jack about the colour of the new chairs. |
öndepreposition (in a race: in front) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The race is in its final lap, and Ivy is ahead of everyone. |
öndepreposition (in front, before) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We couldn't move because there was an accident ahead of us. |
daha öncepreposition (before, earlier than) (birisinden) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) John arrived at the restaurant ahead of his brother. |
İngilizce öğrenelim
Artık sb'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
sb ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.