İngilizce içindeki with ne anlama geliyor?

İngilizce'deki with kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte with'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki with kelimesi ile, -le, -la, -lı, -li, -li olan, ile beraber, ile birlikte, sayesinde, ile, -de çalışmak, -de görevli olmak, -e göre, -e bağlı olarak, ile, aracılığıyla, vasıtasıyla, ile, ile birlikte, ile, rağmen, karşın, sorumluluğunda, ile, ile, hizmetinden faydalanmak, aynı şekilde, ile birlikte, ile, iyi gelmek, ile görüşmek, sabır göstermek, ile uyumlu olmak, ayrılmak, sinirlenmek, ile dolu olmak, devam etmek, ile dolu olmak, aksesuarlarla donatmak, uymak, -e göre, bilgilendirmek, bilgi, tanışık olmak, haberdar olmak, ile süslemek, ilişkilendirmek, ilişkilendirmek, ile bağlantısı olan, aynı fikirde olmak, katılmak, aynı görüşte olmak, mutabık olmak, aynı fikirde olmak, uyuşmak, aynı hizaya getirmek, işbirliği içine sokmak, aynı fikirde olmak, hemfikir olmak, aynı hizada olmak, uymak, alaşım yapmak, birleşmek, ittifak etmek, birleştirmek, birlikte, ile birlikte, ile beraber, birlikte, ile birlikte, ile beraber, dönüşümlü olarak yapmak, ile dönüşümlü olarak yapmak, katmak, kızgın, öfkeli, kızgın olmak, öfkeli olmak, kızgın, öfkeli, tartışmak, donatmak, kıyasla, için olduğu gibi, bağdaştırmak, ile ilgili olmak, ilişkili, ilgili, rahat, ile çelişkili, ile anlaşmazlık içinde, savaş halinde olmak, kavgalı olmak, savaş halinde, savaş halinde, -in farkında, kalabalık, tıklım tıklım, ile dolu, dengelemek, bağlamak, bantla işaretlemek, kapatmak, bankada hesabı olmak, soru yağmuruna tutmak, artık yapmak zorunda olmamak, irtibat kurmak, irtibat halinde olmak, ile berbaber olmak, ile birlikte olmak, beraber olmak, birlikte olmak, beraber olmak, birlikte olmak, damlacıklı, ile parlayan, sabırlı ol, tanışmak, bilgi edinmek, dostluk kurmak, süslenmek, çılgına dönmüş, aşık olmuş, aşık, karışmak, ile karıştırmak, ile karıştırmak, vermek, ile lütuflandırılmak, kalmak, konaklamak, ile saldırmak, (soru, vb.) yağmuruna tutmak, yakınlaşmak, yakınlık kurmak, aynı gruba koymak, çiftleştirmek, ağzına kadar dolu olmak, dolup taşan, tıklım tıklım, ile dolu, ile dolu, burun buruna gelme, gülmekten karnı ağrımak, ile dolu olmak, sıkıntı çektirmek, sıkıntı vermek, yüklemek, ile meşgul, kaplı anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

with kelimesinin anlamı

ile, -le, -la

preposition (accompanying)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
She went with him to see a film.
Onunla sinemaya gitti.

-lı, -li, -li olan

preposition (having)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Mine is the car with the red stripe.
Kırmızı çizgili olan araba benim arabam.

ile beraber, ile birlikte

preposition (next to, in group)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Put your doll with the other dolls.
Oyuncak bebeğini, diğer oyuncak bebeklerle birlikte yerine kaldır.

sayesinde, ile

preposition (owing to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
With his help, she was able to stand up.
Onun yardımı sayesinde (or: ile) ayağa kalktı.

-de çalışmak, -de görevli olmak

preposition (employed by)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
John is with IBM, where he is a marketing director.
Cemal, IBM'de pazarlama müdürü olarak çalışıyor.

-e göre, -e bağlı olarak

preposition (according to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The temperature varies with wind speed and direction.
Sıcaklık, rüzgârın hızına ve yönüne göre değişiklik göstermektedir.

ile, aracılığıyla, vasıtasıyla

preposition (how?, using)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
He ate with a fork.
Yemeğini çatalla yedi.

ile, ile birlikte

preposition (in the care of) (bakımı altında)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The child is with his uncle while his parents are on holiday.

ile

preposition (manner, attitude) (tavır)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
He acts firmly, with apparent authority.

rağmen, karşın

preposition (in spite of)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
With all her troubles, she remains optimistic.

sorumluluğunda

preposition (responsibility)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We left all those matters with the hotel staff.

ile

preposition (affected by) (hastalık, vb.)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
She's off sick with a bad cold.

ile

preposition (showing cause) (neden, sebep)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The children are giddy with excitement

hizmetinden faydalanmak

preposition (using professionally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We've been with Citibank for years.

aynı şekilde

preposition (in the same way)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Cut the boards with the grain.

ile birlikte, ile

preposition (in association)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
She worked with communities to improve local services.

iyi gelmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative, informal (be good for digestion) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Spicy food does not agree with me.

ile görüşmek

phrasal verb, transitive, inseparable (keep the company of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't want you to associate with him; he's not good for you.

sabır göstermek

phrasal verb, transitive, inseparable (be patient)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I asked them to bear with me while I checked the details of their booking.

ile uyumlu olmak

(figurative (fit, match)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Her new sofa blends in perfectly with the rest of her stylish apartment decor.

ayrılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (separate) (birinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I think you need to break up with your boyfriend.

sinirlenmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (react with: irritation, offence)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Victoria bristled with indignation at the suggestion that she had lied.

ile dolu olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (be full of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The town square is bristling with tourists.

devam etmek

(continue [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The teacher told us to carry on with the exercise she had assigned while she prepared a test.

ile dolu olmak

(be filled with [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The hotel cellars were abounding with vermin.

aksesuarlarla donatmak

(furnish [sth] with accessories)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Adam has accessorized his home with antique lamps, mirrors and rugs.

uymak

(correspond)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Make sure your behavior accords with the company's code of conduct.

-e göre

expression (conforming to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Always use medicines in accordance with the manufacturer's instructions. To be in accordance with the law, you must pay your taxes.

bilgilendirmek

(introduce, make familiar) (birisini bir şey hakkında)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Once Mark had acquainted his assistant with the computer program, she was able to work on her own.

bilgi

noun (knowledge of a subject)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
An acquaintance with modern history would be useful for those wishing to take this course of study.

tanışık olmak

verbal expression (know [sb]) (birisi ile)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Harry, I believe you are acquainted with Miss Forbes?

haberdar olmak

verbal expression (formal (be familiar with [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Audiences in Ancient Greece were acquainted with the idea of a hero having a tragic flaw.

ile süslemek

(often passive (decorate with)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
My mother likes to adorn the house with flowers.

ilişkilendirmek

(associate yourself with [sth]) (kendini bir şey ile)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The lawyer wanted to affiliate with a foreign firm.

ilişkilendirmek

(associate, connect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The owner has been trying not to affiliate the company with any political parties.

ile bağlantısı olan

(associated with)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The attack was carried out by an individual claiming to be affiliated with a known terrorist group.

aynı fikirde olmak, katılmak, aynı görüşte olmak, mutabık olmak

(have same opinion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I asked Jane for her opinion, and she agreed with me.

aynı fikirde olmak

verbal expression (have same opinion about)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We all agreed with Jack about the colour of the new chairs.

uyuşmak

(grammar: have concordance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In French, the adjective must agree with the noun.

aynı hizaya getirmek

(make level with)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Craig aligned the banister with the adjacent kitchen counter.

işbirliği içine sokmak

transitive verb (figurative (ally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The sudden betrayal aligned Samantha with her former enemy.

aynı fikirde olmak, hemfikir olmak

verbal expression (figurative (agree with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
By agreeing with the decision to move forward with the plans, I unknowingly aligned myself with Anthony.

aynı hizada olmak

(be level with)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The bookshelf aligns perfectly with the mantel.

uymak

(figurative (conform)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Crosby's behavior aligns with the culture of the group.

alaşım yapmak

transitive verb (mix metal with [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The scientist alloyed tin with copper to make bronze.

birleşmek, ittifak etmek

(join)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Brenda reluctantly allied with her former enemy to solve the problem.

birleştirmek

(join together)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The army's approach to combat allied military strength and cunning.

birlikte, ile birlikte, ile beraber

preposition (in addition to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Students need to budget for accommodation, along with the cost of tuition.

birlikte, ile birlikte, ile beraber

preposition (together with)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Vicky went to the night club, along with her friend Cheryl.

dönüşümlü olarak yapmak

(take turns with [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Shannon alternated with Joan as pitcher in the big game.

ile dönüşümlü olarak yapmak

(cause to change by turns)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I stay interested in exercising by alternating running with swimming.

katmak

(blend [sth] with [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The scientists amalgamated the metal with mercury.

kızgın, öfkeli

(cross with [sb])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Doris is angry with her lazy husband.

kızgın olmak, öfkeli olmak

expression (cross with [sb]) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I am angry with my sister for taking my book.

kızgın, öfkeli

(irritated, angry) (birisine, bir şeye)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm annoyed at my brother for leaving the room in such a mess.

tartışmak

(disagree) (bir şey hakkında)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
My friend always argues about money with her husband.

donatmak

transitive verb (equip with weapons) (birisini bir şeyle)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The suspect was armed with several firearms.

kıyasla

expression (in comparison to)

As compared with American English, British English seems more formal.

için olduğu gibi

preposition (as in the case of)

As with any grammar rule, there are a lot of exceptions.

bağdaştırmak

transitive verb (connect mentally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
For some reason, I associate Max with peanut butter.

ile ilgili olmak

verbal expression (be related to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
For many people, Christmas is associated with gifts and shopping.

ilişkili, ilgili

(related, connected to)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Although they work in similar fields, Charlie is not associated with Bob. She is not associated with the college, so you cannot have her as your advisor.

rahat

adjective (comfortable)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Chris was very friendly, and I instantly felt at ease with him.

ile çelişkili

adjective (not corresponding)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Your opinion is at odds with the facts.

ile anlaşmazlık içinde

adjective (person: disagreeing) (birisi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

savaş halinde olmak

expression (in armed conflict with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Britain had been at war with France since 1803.

kavgalı olmak

expression (figurative (in a dispute with) (birisiyle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mr. Ellis has been at war with his neighbour Mr Barker about the state of his garden.

savaş halinde

expression (figurative (fighting, in conflict with) (birisiyle, mecazlı)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Some militant vegans are at war with meat eaters. The Church has often been openly at war with Marxism.

savaş halinde

expression (figurative (ideas, desires: in conflict with) (bir şeyle, mecazlı)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

-in farkında

(Gallicism (person: aware, cognizant of)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

kalabalık, tıklım tıklım

adjective (figurative (crowded with people) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The streets were awash with people trying to get a glimpse of the Queen.

ile dolu

adjective (figurative (filled with [sth]) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This director's films are awash with violence.

dengelemek

(offset)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mindy balanced her long hours at work with a visit to the spa.

bağlamak

transitive verb (tie)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He banded the package with a thick string.

bantla işaretlemek

transitive verb (mark with a band)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Band the stalks of the flowers you want to buy.

kapatmak

(fire: cover) (bir şeyle)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bank the fire with sand before you go into your tent.

bankada hesabı olmak

(have an account with: a bank)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He banks at Citibank.

soru yağmuruna tutmak

(figurative (subject to: questions, etc.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The police barraged the child with questions about what he witnessed.

artık yapmak zorunda olmamak

verbal expression (informal (have finished [sth] undesirable) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm a college graduate now; I'm done with waiting on tables!

irtibat kurmak

verbal expression (informal (make contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Have you been in touch with her recently?

irtibat halinde olmak

verbal expression (informal (habitually be in contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are you still in touch with your friends from high school?

ile berbaber olmak, ile birlikte olmak

(be in company of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dying woman wanted to be with her family in her last days.

beraber olmak, birlikte olmak

(informal (date) (çıkmak anlamında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She's been with her current boyfriend for nearly a year.

beraber olmak, birlikte olmak

(informal, figurative (showing solidarity) (destek vermek anlamında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The crowd responded to her speech with shouts of "We're with you, Amelia!"

damlacıklı

(figurative (covered with droplets)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Jack was panting and his face was beaded with sweat.

ile parlayan

(figurative (smiling: with pride, etc.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I was beaming with pride as I watched my son's graduation.

sabırlı ol

interjection (Please be patient)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Please bear with me - this will only take five minutes.

tanışmak

verbal expression (get to know [sb]) (birisiyle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I first became acquainted with Arthur about five years ago.

bilgi edinmek

verbal expression (figurative (familiarize yourself with [sth]) (bir şey hakkında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It takes some time to become acquainted with the rules of the game.

dostluk kurmak

verbal expression (develop an amicable relationship with [sb]) (birisiyle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

süslenmek

verbal expression (studded with jewels, etc.) (değerli taşlarla, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The crown was beset with rubies and diamonds.

çılgına dönmüş

preposition (figurative (out of your senses)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My mother was beside herself with worry when I didn't call.

aşık olmuş, aşık

(infatuated) (birisine)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Gary is besotted by Evie and would do anything for her.

karışmak

(color, etc.: merge imperceptibly)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The point where orange blends with yellow in this painting is very gradual.

ile karıştırmak

(mix)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can blend flour with a little water to make glue.

ile karıştırmak

verbal expression (mix, combine [sth] with [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Use a wooden spoon to slowly blend the chocolate in with the butter.

vermek

(often passive (endow, gift: with [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Nature has blessed her with good looks and intelligence.

ile lütuflandırılmak

verbal expression (be lucky to have)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane and Simon are blessed with three wonderful children. I am blessed with a good memory.

kalmak, konaklamak

intransitive verb (lodge)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Jason boarded with a family while at university.

ile saldırmak

(attack with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The kids bombarded the teacher with water balloons.

(soru, vb.) yağmuruna tutmak

(figurative (assail, overwhelm) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The journalists bombarded the police spokesman with questions.

yakınlaşmak, yakınlık kurmak

intransitive verb (figurative (get emotionally closer)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It didn't take long for Janet to bond with her foster parents.

aynı gruba koymak

(group together)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

çiftleştirmek

(animal: make reproduce) (hayvan)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you breed a horse with a donkey, you get a mule.

ağzına kadar dolu olmak

(be full of)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The children were brimming with excitement. The old lady's eyes brimmed with tears as she spoke of her late husband.

dolup taşan

(almost overflowing with)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The host handed me a goblet, brimful of wine.

tıklım tıklım

(figurative (full of) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lecture hall was brimful of brilliant mathematicians.

ile dolu

(full of, containing [sth]) (sıvı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The glass was brimming with champagne.

ile dolu

(figurative (full of [sth]) (fikir, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This young teacher is brimming with new ideas.

burun buruna gelme

noun (brief encounter)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Lily drove much more cautiously after her brush with death.

gülmekten karnı ağrımak

verbal expression (informal (bend over: with laughter)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We all buckled up with laughter when Jack told the joke about the penguin.

ile dolu olmak

(be full)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The boy's pockets were bulging with the conkers he had collected.

sıkıntı çektirmek, sıkıntı vermek

(figurative (impose [sth] troublesome)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't burden your mother with your problems.

yüklemek

transitive verb (load)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They burdened the truck with even more weight.

ile meşgul

(occupied doing [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Tia's parents are busy with preparations for her fifth birthday party.

kaplı

adjective (covered) (bir şey ile)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The boys' shoes were caked with mud.

İngilizce öğrenelim

Artık with'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

with ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.