İngilizce içindeki around ne anlama geliyor?

İngilizce'deki around kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte around'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki around kelimesi etrafına, çevresine, çevresinde, çevresine, çevresine, etrafına, bir yerden bir yere, her yanında, her tarafında, oraya buraya, sağa sola, orasına burasına, sağına soluna, civarında, sularında, sıralarında, çevresinde, etrafında, etrafına, etrafa, etrafında, çevresinde, yaklaşık, yaklaşık olarak, takriben, yaklaşık, mevcut, buralarda, her yanı, her tarafı, dört bir yanı, çevre, etrafında, etrafta, etrafından, etrafında, buraya, civarında, yakınında, çeşitli yerlerine, etrafında, çevresinde, civarında, sıralarında, sularında, yaklaşık, yaklaşık olarak, takriben, hakkında, (ile) ilgili, hakkında olmak, dair, hakkında, her yanda, her tarafta, oraya buraya, bir oraya, bir buraya, yapmak üzere olmak, geriye, çevresinde, etrafta, ile ilgili, çevrede, civarda, yakınında, çevrede olmak, oraya buraya çarpmak, tartışmak, patronluk taslamak, yanında taşımak, zamparalık yapmak, soytarılık etmek, kendine gelmek, dediğine gelmek, dediğine gelmek, tekrar meydana gelmek, maskaralık etmek, tembellik etmek, (birisiyle) oynaşmak, düşüp kalkmak, oynaşmak, düşüp kalkmak, ile oynamak, boşa zaman harcamak, önüne gelenle yatmak, dolaşmak, toplanmak, seyahat etmek, gezinmek, geçiştirmek, yayılmak, zaman bulmak, vakit bulmak, zaman ayırmak, vakit ayırmak, dönmek, elden ele dolaşmak, bulaşmak, dolaşmak, yayılmak, ziyaret etmek, oyalanmak, beklemek, ile takılmak, misafir etmek, maskaralık etmek, etrafında gezinmek, etrafında dolaşıp durmak, şakalaşmak, tartışmak, kötü davranmak, dalga geçmek, takılmak, tembel tembel oturmak, kullanılmadan durmak, aylaklık etmek, (birşey) aramak, aylaklık etmek, tembel tembel oturmak, boş gezmek, boş yapmak, oyalanmak, oynamak, oynamak, dalga geçmek, düşüp kalkmak, saygısız davranmak, oyalanmak, vakit geçirmek, hareket etmek, dolaşmak, oyalanmak, patronluk taslamak, deneme yapmak, oyalanmak, önüne gelenle yatmak, her yerde, herkese, her bakımdan, çok yönlü, kapsamlı, aralıksız, sürekli, devamlı, yakın gelecekte, yakında, dünya çapında, dünyanın çevresinde, çevresine sormak, lafı dolandırmak, yeniden düzenlemek, yeniden düzenleme, şoförlüğünü yapmak, ziyarete gelmek, hafifçe sürmek, zaman harcamak, etrafından dolaşmak, ağırdan almak, arayıp taramak, araştırmak, savuşturmak, vakit ayırmak, zaman ayırmak, vakit bulmak, dolanmak, çevresinden dolaşmak, etrafından dolaşmak, tecrübeli, deneyimli, hemen köşede, eli kulağında, boş gezmek, boş boş gezinmek, bakınmak, teftiş etmek, -e bakınmak, yaramazlık yapma, aldatmak, dalga geçme, dağıtmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

around kelimesinin anlamı

etrafına, çevresine

preposition (surrounding)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
They put a fence around the swimming pool.

çevresinde, çevresine

preposition (in a circle about [sth])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
They sat around the table wondering what to do next.

çevresine, etrafına

preposition (encircling)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Put the belt around your waist and then fasten it.
Kemeri belinin çevresine geçirerek bağla.

bir yerden bir yere

preposition (all over, from place to place)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She travels around the country for her job.
İşi dolayısıyla ülkede bir yerden bir yere seyahat edip duruyor.

her yanında, her tarafında

preposition (in all directions)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There were roads leading off all around the house.

oraya buraya, sağa sola, orasına burasına, sağına soluna

preposition (scattered through)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Books were spread all around the room.
Kitaplar odada sağa sola yayılmıştı.

civarında, sularında, sıralarında

preposition (time: approximately) (zaman)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I'll see you around three o'clock.
Saat üç civarında (or: gibi) görüşürüz.

çevresinde

adverb (in a ring, circle)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The dog ran around and around trying to catch its tail.
Köpek, çevresinde dönüp durarak kendi kuyruğunu yakalamaya çalıştı.

etrafında, etrafına, etrafa

adverb (in all directions)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Look around and note down everything you can see.
Etrafına bak ve gördüğün herşeyi not et.

etrafında, çevresinde

adverb (with a circular course)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The earth turns around on its axis.

yaklaşık, yaklaşık olarak, takriben

preposition (size, amount: approximately)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It's around three inches tall and an inch wide.
Adam aşağı yukarı iki metre boyunda.

yaklaşık

preposition (quantity: approximately) (miktar)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It takes around 60 gallons of water to grow one avocado.

mevcut

adjective (informal (in existence)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Plastic chairs have been around for thirty years.

buralarda

adjective (informal (present, nearby)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Is she around? I want to ask her something.

her yanı, her tarafı, dört bir yanı

adverb (on every side)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's a beautiful house with trees all around.
Vücudunun her tarafında lekeler oluşmuş.

çevre

adverb (in circumference)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The vase is ten centimetres around.

etrafında

adverb (surrounding a place)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There are lots of shops around.

etrafta

adverb (used in compounds (in circulation) (dolaşmak, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There are rumours going around.

etrafından

adverb (with roundabout direction)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The road goes around to the orchard.

etrafında

adverb (in a circuit) (dönmek, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The crowd watched with excitement as the cars raced around.

buraya

adverb (over: to a certain place) (bir yere)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She came around to my house. I drove round to the office to pick up some files.

civarında, yakınında

preposition (in, near)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Is James around the office somewhere?
Annen oralarda mı?

çeşitli yerlerine

preposition (to various parts of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We should go around town and put posters up.

etrafında, çevresinde

preposition (centred on) (toplanmak, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The course is organized around important historical events.

civarında, sıralarında, sularında

preposition (quantity: approximately)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There were about fifteen people in our tour group.
Dün gece saat on civarında (or: sularında) bir çarpışma sesi duydum.

yaklaşık, yaklaşık olarak, takriben

preposition (time: close to, more or less)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I heard a crash at about ten o'clock last night.
Konseri izleyenlerin sayısı hemen hemen onbini buldu.

hakkında, (ile) ilgili

preposition (on the subject of)

I went to the library to look for a book about insects.

hakkında olmak

verbal expression (be on the subject of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My presentation is about the effects of alcohol. This book is about a king who loses his crown.

dair, hakkında

preposition (of, concerning)

What do you think about the president's speech?
Başkan'ın konuşması hakkında ne düşünüyorsun?

her yanda, her tarafta

adverb (mainly UK (all around)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She was sitting at her desk, books lying all about.

oraya buraya, bir oraya, bir buraya

adverb (mainly UK (from one spot to another)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He was dancing about, waving his lottery ticket in the air.

yapmak üzere olmak

verbal expression (on the point of doing) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was just about to step into the bath when the doorbell rang.
Tam banyoya girmek üzereydim ki kapı çaldı.

geriye

adverb (in the opposing direction)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He whirled about and saw that his girlfriend was behind him.

çevresinde

adverb (in circumference)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The lake is approximately three miles about.

etrafta

adverb (prevalent)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There are lots of cases of the measles about.
Etrafta pek çok kızamık vakası var.

ile ilgili

preposition (of the nature of [sth])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There's something about his voice that makes me nervous.

çevrede, civarda

preposition (surrounding)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There were shots all about us.

yakınında

preposition (mainly UK (near to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
There are lots of trees about the house and garden.

çevrede olmak

phrasal verb, intransitive (informal (be present, in the vicinity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Not many people are about today.

oraya buraya çarpmak

phrasal verb, intransitive (move about clumsily)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The baby woke up in the middle of the night, crying, because Joe was banging around in the kitchen.

tartışmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (discuss casually) (öneri, fikir)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

patronluk taslamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (order about) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My manager likes to boss people around.

yanında taşımak

phrasal verb, transitive, separable (take everywhere)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

zamparalık yapmak

phrasal verb, intransitive (slang (look for sex)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Wives don't want their husbands to cat around with other women.

soytarılık etmek

phrasal verb, intransitive (informal (play the fool, behave in a silly way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
One can never take him seriously; he's always clowning around.

kendine gelmek

phrasal verb, intransitive (informal (recover consciousness) ((ameliyat sonrası)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The patient came around soon after his operation.

dediğine gelmek

phrasal verb, intransitive (figurative (be persuaded) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My parents aren't keen on my new boyfriend, but they'll come round when they get to know him.

dediğine gelmek

(revise your opinion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Steve eventually came round to my opinion.

tekrar meydana gelmek

phrasal verb, intransitive (date, event: occur again)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jill always feels sad when the anniversary of her husband's death comes around.

maskaralık etmek

phrasal verb, intransitive (informal (act in silly way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The teacher told Bobby to stop fooling around in class.

tembellik etmek

phrasal verb, intransitive (informal (not be productive)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The boss doesn't like people fooling around when they should be working.

(birisiyle) oynaşmak, düşüp kalkmak

phrasal verb, intransitive (slang (have casual sex)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Helen suspects that her husband has been fooling around.

oynaşmak, düşüp kalkmak

phrasal verb, transitive, inseparable (slang (have casual sex) (birisi ile)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He had fooled around with every girl in town before he met Helen.

ile oynamak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (amuse yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ben spent the afternoon fooling around with his new camera.

boşa zaman harcamak

phrasal verb, intransitive (vulgar, offensive, slang (waste time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stop f***ing about and get on with your work!

önüne gelenle yatmak

phrasal verb, intransitive (vulgar, offensive, slang (have casual sex)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stan was devastated when he discovered his girlfriend had been f***ing around behind his back.

dolaşmak

phrasal verb, transitive, inseparable (wander or travel around a place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We decided to gad around town for a while.

toplanmak

phrasal verb, intransitive (congregate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gather round everybody! Richard has something to say!

seyahat etmek

phrasal verb, intransitive (informal (travel)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I certainly get around in my job. This year, I've travelled to Korea, Australia and South Africa.

gezinmek

phrasal verb, intransitive (move about)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His arthritis makes it difficult for him to get around.

geçiştirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (circumvent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can't get around the problem by pretending it doesn't exist.

yayılmak

phrasal verb, intransitive (informal (circulate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When word got around that she was baking cookies, all the children appeared at her door.

zaman bulmak, vakit bulmak

phrasal verb, transitive, inseparable (find time) (bir şey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Bill eventually got round to the washing-up.

zaman ayırmak, vakit ayırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (find time) (bir şeyi yapmak için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
One of these days, I will get around to making the trip to Paris.

dönmek

phrasal verb, intransitive (rotate, revolve)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The baby watched the top go round and laughed. Each of the beautifully painted horses became visible as the carousel went around.

elden ele dolaşmak

phrasal verb, intransitive (be shared by all)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Do you think there'll be enough loaves and fishes to go around?

bulaşmak

phrasal verb, intransitive (illness: be transmitted) (hastalık)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There's a nasty strain of flu going around.

dolaşmak

phrasal verb, intransitive (be in a state habitually)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He goes around looking filthy. She goes about as if she owns the place.

yayılmak

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (circulate, spread)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There's a rumour going round that you're cheating on Tim.

ziyaret etmek

phrasal verb, intransitive (informal (pay a visit to [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'll go round to your place when I'm done.

oyalanmak

phrasal verb, intransitive (informal (loiter)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's annoying when youths hang around at the bus stop intimidating customers.

beklemek

phrasal verb, intransitive (informal (wait, be kept waiting)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I hung around for 30 minutes but Steve didn't show up.

ile takılmak

(informal (socialize with [sb]) (gayri resmi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Since Harvey started hanging around with a group of older boys, he is always getting in trouble.

misafir etmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (receive as a guest)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

maskaralık etmek

phrasal verb, intransitive (informal (behave in a silly or frivolous way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
While the parents made dinner, the kids horsed around at their feet.

etrafında gezinmek, etrafında dolaşıp durmak

phrasal verb, intransitive (figurative (wait nearby)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

şakalaşmak

phrasal verb, intransitive (informal (speak lightheartedly)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

tartışmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (consider, debate: an idea) (bir konuyu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

kötü davranmak

phrasal verb, transitive, separable (mistreat, abuse) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

dalga geçmek, takılmak

phrasal verb, intransitive (informal (behave jokingly or playfully) (gündelik dil)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stop kidding around! Sit down and shut up!

tembel tembel oturmak

phrasal verb, intransitive ([sb]: lounge idly)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
You said you would mow the lawn, but all you've done today is lie around the house. The teenager chose to lie around for most of the day.

kullanılmadan durmak

phrasal verb, intransitive (informal ([sth]: remain unused)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We have many old books that just lie around the attic waiting to be read.

aylaklık etmek

phrasal verb, intransitive (informal (sit idly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I can't loaf about, watching television; I have to go to work. The lazy student loafed about instead of doing his homework.

(birşey) aramak

(seek in surrounding area)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I misplaced my keys, so I'll have to look around for them.

aylaklık etmek, tembel tembel oturmak, boş gezmek

phrasal verb, intransitive (sit idly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We spent the whole weekend lounging around, drinking beer and watching television.

boş yapmak

phrasal verb, intransitive (informal (be frivolous)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stop messing around and let's discuss this seriously.

oyalanmak

phrasal verb, intransitive (informal (be unproductive)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My husband is messing around in the garage - I've no idea what he's doing in there.

oynamak

(informal (tamper, play with) (bir şey ile)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He enjoyed messing around with boats.

oynamak

(informal (spoil by fussing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Your painting is fine now; don't mess around with it any more or you will ruin it.

dalga geçmek

(slang (tease)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Why are you so upset? We were just messing around with you.

düşüp kalkmak

(slang (have an affair)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Helen caught her husband messing around with another woman.

saygısız davranmak

phrasal verb, transitive, inseparable (slang (treat disrespectfully)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm sorry to mess you around, but I need to change the date of our meeting.

oyalanmak, vakit geçirmek

phrasal verb, intransitive (informal (be frivolous or mischievous)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He monkeyed around with the carburettor for a while, then found the problem in the spark plug.

hareket etmek

phrasal verb, intransitive (be mobile, active)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctor said I have to move around in order to maintain my weight. He's always moving around; he never stays long in one place.

dolaşmak

phrasal verb, intransitive (relocate frequently)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Diplomats frequently move around from one country to another.

oyalanmak

phrasal verb, intransitive (UK, slang (behave in a frivolous way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stop mucking about and get to work.

patronluk taslamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (be bossy towards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't try to order me around; you aren't my boss.

deneme yapmak

phrasal verb, intransitive (informal (experiment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was just playing around to see if I could get the webcam to work.

oyalanmak

phrasal verb, intransitive (informal (be frivolous)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Quit playing around and get back to work!

önüne gelenle yatmak

phrasal verb, intransitive (informal (be unfaithful)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

her yerde

adverb (everywhere)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Prices have increased all around.

herkese

adverb (informal (for everyone)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Joe called for drinks all around to celebrate his good news.

her bakımdan

adverb (in all aspects)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
This is a better solution all round.

çok yönlü

adjective (versatile, multi-skilled)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Joe has developed into an all-around player for the basketball team.

kapsamlı

adjective (comprehensive, overall)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The school aims to provide an all-around education for its students.

aralıksız

adverb (all the time)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The engineers are working around the clock to get the project finished on time.

sürekli, devamlı

adjective (constant)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
His mother is very sick and needs around-the-clock care.

yakın gelecekte

adverb (figurative (in the near future)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It's best to be prepared because you never know what's around the corner.

yakında

adverb (nearby)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
A new bakery opened recently around the corner.

dünya çapında

adverb (in many countries)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The Internet allows people around the world to share information.

dünyanın çevresinde

adverb (circumnavigating the world)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Ferdinand Magellan's ship sailed around the world in the 1500s.

çevresine sormak

verbal expression (consult many people)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

lafı dolandırmak

verbal expression (figurative (avoid getting to the point)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stop beating around the bush and give me the real reason!

yeniden düzenlemek

(rearrange [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You can change around the icons on your computer to make them more convenient. The coach changed the players around to balance out the teams.

yeniden düzenleme

noun (rearrangement, shift)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The change around in the team's coaching has helped them win many more games this year.

şoförlüğünü yapmak

transitive verb (informal, figurative (transport: [sb] by car) (birisinin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mike's mom chauffeured him around to all of his activities..

ziyarete gelmek

(visit [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you come round later, we can do our homework together.

hafifçe sürmek

(apply by dabbing)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Dab the pieces of butter around the top of the pie.

zaman harcamak

verbal expression (informal (waste time on [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

etrafından dolaşmak

(move quickly around)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The runner dodged around the people in his path.

ağırdan almak

intransitive verb (move, act slowly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She didn't feel like doing anything, so she just dragged around all day.

arayıp taramak

(informal (search)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jim ferreted around in the records.

araştırmak

verbal expression (informal (search)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The lawyer ferreted around for any evidence that the police might have missed.

savuşturmak

verbal expression (avoid doing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The politician got around answering the question by changing the subject. The businessman got around paying his taxes by using a loophole in the law.

vakit ayırmak, zaman ayırmak

verbal expression (find time for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I didn't get round to any of the tasks on my to-do list today.

vakit bulmak

verbal expression (find time to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This wall is so grubby; I must get round to repainting it.

dolanmak

(encircle, surround)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I had grown so fat that none of my belts would go around my waist.

çevresinden dolaşmak, etrafından dolaşmak

(change path to avoid hitting [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The radio advised of heavy traffic downtown, so we went around the city instead.

tecrübeli, deneyimli

verbal expression (informal (be experienced)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He's been around and knows what to expect.
Çok tecrübeli bir adam, neyle karşılaşacağını biliyor.

hemen köşede

adverb (in the next street)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The post office is just around the corner.

eli kulağında

adverb (figurative (waiting to happen) (mecazlı)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
For every "safe" nuclear reactor, there is a disaster just around the corner.

boş gezmek, boş boş gezinmek

(informal (sit idly in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He spends all day loafing around the house.

bakınmak

(seek [sth] in surrounding area)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I've been looking around everywhere, but I can't find my reading glasses.

teftiş etmek

(inspect)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Safety inspectors will be looking around the factory today.

-e bakınmak

(browse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Sarah spent the afternoon looking around the local shops.

yaramazlık yapma

noun (informal (silly or frivolous behaviour)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Stop your messing around and eat your dinner!

aldatmak

intransitive verb (slang (being sexually unfaithful) (eşini, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She didn't begin messing around till the third year of her marriage.

dalga geçme

noun (informal (silly behaviour)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The boss ordered me to quit monkeying around and get back to work.

dağıtmak

(distribute)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They passed around sandwiches and drinks at the party.

İngilizce öğrenelim

Artık around'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

around ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.