İngilizce içindeki done ne anlama geliyor?
İngilizce'deki done kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte done'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki done kelimesi yapmış, pişmiş, uygun, münasip, bitirmek, kullanılıp bitmek, çok yorulmak, görev/iş yapmak, işle meşgul olmak, yaratmak, yapmak, yapmak, halletmek, (olarak) çalışmak, iş yapmak, becermek, yapmak, üstesinden gelmek, ilerlemek, ilerleme kaydetmek, -musun, musunuz, (olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorum, gerçekten, hakikaten, eğlenti, do, saç modeli, yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmak, davranmak, hareket etmek, olmak, yeterli olmak, yetmek, yaptığı gibi yapmak, üretmek, neden olmak, sebep olmak, çalışmak, hazırlamak, çaba sarfetmek, çaba göstermek, sahnelemek, pişirmek, yapmak, yapmak, yazmak, katetmek, dekore etmek, dekorasyon yapmak, gitmek, yolculuk etmek, harekete geçmek, kullanmak, yapmak, iyi iş, herşey bittikten sonra, işim bitmek üzere, gibi görünmek, gibi gözükmek, bitmiş, işi bitmek, bitirmek, artık yapmak zorunda olmamak, iddiada bulunmak, giyinip süslenmiş, iliklenmiş, söylemesi kolay (yapması zor), yaptırmak, başarmak, yaptırmak, ettirmek, hemen geliyor, layığını bulduğunu görmek, çözüm bulmaya çalışmak, aferin, iyi pişmiş, tam pişmiş anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
done kelimesinin anlamı
yapmışverb, past participle (past participle of do) (yapmak fiilinin miş'li geçmişi) (miş'li geçmiş zaman: İş, oluş, hareket, konuşan tarafından görülmemiş, sonradan duyulmuş yahut öğrenilmiştir. Fiillere "-mış, -miş, -muş, -müş" ekleri getirilerek yapılır.) He had done what he needed to do. Yapması gerekeni yapmıştı. |
pişmişadjective (food: cooked) (yemek) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Turn off the heat; those steaks are done. |
uygun, münasipadjective (proper) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Wearing jeans to a garden party is not the done thing. |
bitirmekverbal expression (informal (finished with [sth]) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) As soon as I'm done with my current project, I'll begin the next one. |
kullanılıp bitmek(informal (used up) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) This bag of nappies is done. Do we have another one? |
çok yorulmak(informal (exhausted) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm done. Let's go home. |
görev/iş yapmak, işle meşgul olmaktransitive verb (fill your time with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) What are you doing this afternoon? When Peter retired, he didn't know what to do all day. |
yaratmak, yapmaktransitive verb (create, make) (bir şeyi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) As an artist, he did fabulous things with scrap metal. What a lovely painting; did you do it? |
yapmak, halletmektransitive verb (carry out, attend to: task, job) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'll do the dishes, since you cooked. Yemeği sen pişirdin, bulaşıkları da ben hallederim. |
(olarak) çalışmak, iş yapmaktransitive verb (work as [sth] for a living) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) What do you do for a living? George's mother is a bus driver; I don't know what his father does. |
becermek, yapmak, üstesinden gelmekintransitive verb (informal (fare, manage) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) How are you doing on that project? It looks as though you're doing well with your homework. |
ilerlemek, ilerleme kaydetmekintransitive verb (informal (progress) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) How are your kids doing in school? I didn't do well at school. |
-musun, musunuzauxiliary verb (used to form question) (soru cümlesi) Do you have a pen? Do you know where the dog is? |
(olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorumauxiliary verb (used to form negative) I do not know. Bilmiyorum. |
gerçekten, hakikatenauxiliary verb (used for emphasis) (vurgu amaçlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I do love you, honestly! |
eğlentinoun (informal (event) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Jane bought a red dress for the big do. |
donoun (first note of musical scale) (müzik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The teacher sang 'do, re, mi' and then the children joined her. |
saç modelinoun (abbreviation, informal (hairdo) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Sarah's work colleagues all admired her new do. |
yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmakintransitive verb (informal (be satisfactory) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Will this do for you, or should I work on it some more? Bu senin için yeterli mi yoksa üzerinde daha mı çok çalışayım? |
davranmak, hareket etmekintransitive verb (behave) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Do as I say, not as I do. |
olmakintransitive verb (informal (be in a stated condition) (bir durumda) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Is she doing any better than yesterday? |
yeterli olmak, yetmekintransitive verb (suffice) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Will decaf do, or should I go out and get some real coffee? |
yaptığı gibi yapmakintransitive verb (used in place of an earlier verb) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We see things as you do. |
üretmektransitive verb (informal (produce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The dressmaker could do six dresses in a day. |
neden olmak, sebep olmaktransitive verb (cause an effect) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Drugs can do a lot of harm. |
çalışmaktransitive verb (informal (study) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We haven't done trigonometry yet. |
hazırlamaktransitive verb (informal (prepare) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'll do the drinks; you just keep everyone entertained. |
çaba sarfetmek, çaba göstermektransitive verb (make effort) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It doesn't matter if you pass the exam or not; just do your best. |
sahnelemektransitive verb (theatre: present, perform) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We're doing Hamlet next. That comedian does a great stand-up routine. |
pişirmektransitive verb (informal (cook) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'm going to do a roast this weekend. |
yapmaktransitive verb (have custom of) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We don't do that sort of thing here. |
yapmaktransitive verb (informal (appearance: prepare) (makyaj, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Sally spends an hour every day doing her makeup, hair, and nails. |
yazmaktransitive verb (informal (write) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) His next idea is to do a book on the history of Wimbledon. |
katetmektransitive verb (traverse, cover) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We did five hundred miles in two days. |
dekore etmek, dekorasyon yapmaktransitive verb (informal (decorate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They did the baby's bedroom in yellow, just in case. |
gitmektransitive verb (informal (travel at a given speed) (belli bir hızla) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They were doing thirty miles an hour when the other car struck them. |
yolculuk etmektransitive verb (informal (travel, sightsee) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We're going to do the Riviera this summer. |
harekete geçmektransitive verb (act, take action) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Don't just sit there, do something! |
kullanmaktransitive verb (informal (drugs: take) (uyuşturucu, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You're acting really strangely; have you been doing drugs? |
yapmak(cause effect on) (etki, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That rugby game has done a lot of damage to the grass. |
iyi işnoun (task that is performed well) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Congratulations on a job well done! |
herşey bittikten sonraexpression (ultimately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) After all is said and done, the decision to have a baby is a personal one. |
işim bitmek üzereadjective (informal (nearly finished) I'm almost done; give me five more minutes and I'll join you. |
gibi görünmek, gibi gözükmekverbal expression (person: seem) (kişi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I appear to have lost my umbrella. |
bitmiş(have been carried out) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Once your chores are done you can play the Playstation. |
işi bitmek(informal (have finished doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Are you done yet? |
bitirmekverbal expression (informal (have finished doing [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'm done stacking the shelves; what should I do next? |
artık yapmak zorunda olmamakverbal expression (informal (have finished [sth] undesirable) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm a college graduate now; I'm done with waiting on tables! |
iddiada bulunmakverbal expression (achievement: assert) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Weston claimed to have invented a new method for producing copper. |
giyinip süslenmişadjective (slang (made more glamorous) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) And where exactly do you think you're going, all done up like that? |
iliklenmişadjective (informal (clothing: fastened) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You complain about being cold, but your coat's not even properly done up. |
söylemesi kolay (yapması zor)adjective (difficult to do) Losing weight is easier said than done. |
yaptırmaktransitive verb (informal (arrange or cause to have) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I need to get my car fixed. |
başarmakverbal expression (informal (accomplish [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The layoff will give me some time to get something done around the house. |
yaptırmak, ettirmektransitive verb (arrange, cause) I need to have my car fixed. Arabamı tamir ettirmem gerekiyor. |
hemen geliyorexpression (I will do it immediately.) No sooner said than done; one sandwich coming up. |
layığını bulduğunu görmekverbal expression (ensure fairness) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't want revenge; all I want is to see justice done. |
çözüm bulmaya çalışmakverbal expression (try to find solution) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The mechanic said he'd see what can be done to repair my car. |
aferininterjection (congratulations) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) You got an A on the test? Well done! |
iyi pişmiş, tam pişmişadjective (meat: cooked right through) (et) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I prefer my steak well done because I can't stand the sight of blood. |
İngilizce öğrenelim
Artık done'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
done ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.