İngilizce içindeki work ne anlama geliyor?

İngilizce'deki work kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte work'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki work kelimesi çalışmak, görevli olmak, çalışmak, çabalamak, çalışmak, işlemek, işe yaramak, etkili olmak, çalıştırmak, kullanmak, meslek, istihdam, iş, gayret, çaba, efor, iş, masaj yapmak, yoğurmak, eserler, fabrika, görev, iş, vazife, işyeri, iş, yapılan iş, iş, işçilik, eser, iş, eser, iş, yapı, çalışmak, olarak çalışmak, işini görmek, kıvırmak, yoğurmak, işlemek, çalıştırmak, ekip biçmek, ikna etmek, geçiştirmek, katmak, katmak, katmak, yakmak, üzerinde çalışmak, üzerinde çalışmak, ikna etmeye çalışmak, üzerinde çalışmak, üzerinde çalışmak, spor yapmak, çözmek, hesaplamak, halletmek, anlamak, dövmek, ele almak, çözümlemek, heyecanlandırmak, üretmek, hazırlamak, geliştirmek, etraflıca muayene etmek, garip kimse, işe yaramaz kimse, işte, çalışma halindeki, hayır işi, zor bir işi olmak, pis/tatsız/zor işleri yapmak, (işi) yapmaya başlamak, işe gitmek, dört elle sarılmak, (sanat) büyük eser, sanat şaheseri, çok çalışan, sıkı çalışma, zor iş, iyi iş yapmaya devam etmek, aynen devam etmek, iş hattı, izinde, işsiz, eser, referans çalışma, okul çalışması, işin kapsamı, işe girişmek, işe koyulmak, çalıştırmak, sosyal hizmet, gönüllü iş, gönüllü iş, için çabalamak, iş ahlakı, geçici işe yerleştirme, mesleki tecrübe, mesleki deneyim, için çalışmak, için iş yapmak, için uygun olmak, yoğun çalışmak, işine bağlı olmak, katmak, devam eden iş, sanat eseri, sanat eseri, fazla mesai yapmak, çalışma izni, işe yerleştirme, iş vardiyası, vardiya, iş akışı, birlikte çalışmak, ile çalışmak, ile çalışmak, iş birliği yapmak, ile çalışmak, kullanmak, etrafından dolaşma, personel, kadro, işgücü, iş günü, iş yükü, alıştırma sayfası, iş izlencesi, işlem tablosu, çalışma masası, iş istasyonu, tezgah, tetkik, mürekkep lekesi, denize elverişli hale getirme, eğitim süreci anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

work kelimesinin anlamı

çalışmak, görevli olmak

intransitive verb (be employed)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He works at the bank.
Bankada çalışıyor.

çalışmak, çabalamak

intransitive verb (toil)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He worked into the night.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar çalıştı.

çalışmak, işlemek

intransitive verb (function)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Does the car work?
Araba çalışıyor mu?

işe yaramak, etkili olmak

intransitive verb (be useful, effectual)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Did the medicine work?
İlaç işe yaradı mı?

çalıştırmak, kullanmak

transitive verb (machine: operate, manage) (makina, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Do you know how to work this machine?
Bu makinanın nasıl çalıştırılacağını biliyor musun?

meslek

noun (uncountable (occupation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What is your work? I'm a dentist.

istihdam, iş

noun (uncountable (employment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The bank provides work for many people.
Banka pek çok kişiye iş imkânı sağlamaktadır.

gayret, çaba, efor

noun (uncountable (effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His work on the car was worth the result.

noun (uncountable (toil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
An apple picker does exhausting work, from sunrise until dusk.
Elma toplayan tarım işçileri, gündoğumundan günbatımına kadar çok yorucu bir iş yapmaktadırlar.

masaj yapmak

transitive verb (knead, massage)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yoğurmak

(knead, massage [sth] into [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

eserler

plural noun (art, literature, music: achievements)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
The author's poems are his most overlooked works.

fabrika

plural noun (factory)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Most of the menfolk were employed at the town's works.

görev, iş, vazife

noun (uncountable (type of task)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I don't like this work. Can I do something different?
Bu işi sevmedim. Başka bir iş yapabilir miyim?

işyeri

noun (office, place of work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This is his work. Yes, that building.
Bu bina Mehmet'in işyeri.

noun (activity)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He is doing some work or other in the shop.

yapılan iş

noun (objects on which work is done)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The art students took their work to the benches.

iş, işçilik

noun (product of labour)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The work was obviously well done.
İşin çok iyi yapılmış olduğu belliydi.

eser

noun (building) (bina)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The tunnel is an impressive work of engineering.

noun (physics: force times distance) (fizik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In physics, work deals with transference of energy.

eser

noun (product of artist) (sanat)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Many think Beethoven's Ninth is his greatest work. I have the complete works of Dickens in my library.

noun as adjective (of, concerning work)

He got a work permit in July.

yapı

plural noun (construction)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

çalışmak

intransitive verb (with adverb or noun phrase)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll have to work late to finish this project. Sheila's been working extra hours to pay off her debts.

olarak çalışmak

(make a living as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Right now I am working as a waitress in a cocktail bar, but I want to be an actress.

işini görmek

(informal (be OK with [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I could meet you at 2 pm on Wednesday; does that work for you?

kıvırmak

transitive verb (contort)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She worked the wire into a loop.

yoğurmak

transitive verb (accomplish) (hamur, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She worked a change in the texture of the dough.

işlemek

transitive verb (fashion by work)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The carpenter works the pieces into a table.

çalıştırmak

transitive verb (keep at work)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boss worked them until late into the night.

ekip biçmek

transitive verb (land, be a farmer) (toprağı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The farmer worked the land.

ikna etmek

transitive verb (persuade)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The minister worked the congregation into an exultant state.

geçiştirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (avoid, bypass)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They worked around the software bug by eliminating some features.

katmak

phrasal verb, transitive, separable (insert)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I like the report, but could you somehow work in a mention of John's contribution?

katmak

phrasal verb, transitive, separable (insert with difficulty)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Drill a hole in the base and then gradually work the rod in the hole.

katmak

phrasal verb, transitive, separable (find time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm pretty busy, but I think I can work in a movie tonight. I hope the doctor's office can work me in today.

yakmak

phrasal verb, transitive, separable (get rid of by physical effort) (kalori, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Walking around the neighborhood should work off some of that meal.

üzerinde çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (assignment, project: do) (ödev, proje)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

üzerinde çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (put effort into)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You really need to work on controlling your temper. I really need to work on my patience.

ikna etmeye çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (try to persuade)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mike doesn't want to come with us, but I'm working on him. My husband won't let my daughter use nail polish, but I'm working on him.

üzerinde çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (car, appliance, etc.: fix)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lucas spent the whole weekend working on his car, but the engine is still making a strange noise.

üzerinde çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (puzzle: try to solve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Alan Turing worked on the Enigma Code during the Second World War.

spor yapmak

phrasal verb, intransitive (exercise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We're going to the gym to work out this afternoon.

çözmek

phrasal verb, transitive, separable (solve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm still trying to work out this last crossword clue.

hesaplamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (calculate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I finally worked out my income taxes, and now I have to send the government a check.

halletmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (resolve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They have a lot of problems to work out with their marriage. Things are very hostile between management and the union; it isn't clear how they will work out this dispute.

anlamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (understand [sb]) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Marc is a moody character; I can't work him out.

dövmek

phrasal verb, transitive, separable (slang (beat up, assault)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The thugs really worked him over.

ele almak

phrasal verb, transitive, inseparable (manage, deal with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I worked through my budget, and decided to spend less. Just work through the first part of the problem for now.

çözümlemek

phrasal verb, transitive, inseparable (resolve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He spent years working through the death of his parents in an accident.

heyecanlandırmak

phrasal verb, transitive, separable (annoy or excite)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The politician's speech worked the crowd up. The boss was worked up because I was five minutes late.

üretmek

phrasal verb, transitive, inseparable (produce, generate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm so unfit that I work up a sweat just walking down to the corner.

hazırlamak

phrasal verb, transitive, inseparable (prepare)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Susan will try to work up a sketch by Friday.

geliştirmek

phrasal verb, transitive, separable (develop [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

etraflıca muayene etmek

phrasal verb, transitive, separable (medicine: do diagnostic procedures)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctor worked the patient up thoroughly in her attempts to find the source of the problem.

garip kimse

noun (US, figurative, informal (unusual character, individual)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

işe yaramaz kimse

noun (US, figurative, informal (unpleasant, difficult person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tommy's a real piece of work; I heard he blamed his mistake on the boss.

işte

adverb (at your workplace)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Bob never checks his personal email at work.

çalışma halindeki

adjective (working on)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The show is a great success, and its writers are already at work on the second season.

hayır işi

noun (work done for charitable cause)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
She does charity work, mostly for the orphans' home.

zor bir işi olmak

verbal expression (informal, figurative (have a hard task ahead)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The house Joe and Maggie have bought needs a lot of renovation; they certainly have their work cut out for them.

pis/tatsız/zor işleri yapmak

verbal expression (figurative, slang (perform a disagreeable task)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She no longer had servants to do the dirty work for her.

(işi) yapmaya başlamak

verbal expression (start now) (gündelik dil)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We need to get down to business if we hope to finish this today.

işe gitmek

verbal expression (travel to workplace)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I prefer to go to work early before the traffic gets heavy.

dört elle sarılmak

verbal expression (figurative, informal (do [sth] thoroughly) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The artist has really gone to work on this mural; it's huge and very detailed.

(sanat) büyük eser, sanat şaheseri

noun (job: done well)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Her boss congratulated Chloe on her great work.

çok çalışan

adjective (working hard)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Miguel was hard at work doing his history project.

sıkı çalışma

noun (great effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We would like to commend you on your hard work for the company over the years.

zor iş

noun (informal ([sth]: requires effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Riding a bike uphill is hard work.

iyi iş yapmaya devam etmek, aynen devam etmek

verbal expression (expressing approval)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My teacher told me to keep up the good work after I scored 100% in the exam.

iş hattı

noun (profession, trade: field)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Police officers regularly have to deal with danger in their line of work.

izinde

adverb (not at work)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

işsiz

adjective (jobless, unemployed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The closing of the tin mines left many men out of work. I've been out of work for four months now; hopefully I'll find a new job soon.

eser

noun ([sth] made or done)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The novel is a magnificent piece of work which is beautifully written.

referans çalışma

noun (book consulted for information)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The Encyclopædia Britannica is a serious reference work.

okul çalışması

noun (studies done at or for school)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

işin kapsamı

noun (nature and extent of a job or task)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The scope of work for a project should specify precisely what work will be done.

işe girişmek, işe koyulmak

verbal expression (start doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He set to work as soon as he was given the new task.

çalıştırmak

verbal expression (cause to start doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The manager set the new employee to work filing invoices.

sosyal hizmet

noun (assistance to local community)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

gönüllü iş

noun (unpaid employment for a cause)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

gönüllü iş

noun (unpaid employment for a cause)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

için çabalamak

transitive verb (put great effort into)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We are currently working at finding ways to become more environmentally friendly.

iş ahlakı

noun (belief in working hard)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He has a very strong work ethic, sometimes to the detriment of his family life.

geçici işe yerleştirme

noun (temporary job placement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
All students on the course undertake a period of work experience.

mesleki tecrübe, mesleki deneyim

noun (US (professional experience)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
To apply for the position, please provide a detailed description of your work experience.

için çalışmak

(be employed by) (şirket, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I work for the government.

için iş yapmak

(do tasks or jobs for [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tom works for Mrs Pritchard, doing gardening and repair jobs.

için uygun olmak

(informal (be suitable, convenient for [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I could meet with you at my office next Tuesday; does that work for you?

yoğun çalışmak

(be diligent, apply yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When studying for exams it is important to work hard.

işine bağlı olmak

verbal expression (be devoted to one's job)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

katmak

(trade, profession)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My husband works in accounting, and I work in technical services.

devam eden iş

noun ([sth] not yet finished)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My novel's still a work in progress.

sanat eseri

noun (painting, sculpture, etc.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The museum is a place to contemplate works of art.

sanat eseri

noun (figurative ([sth] beautiful and impressive) (güzel/etkileyici şey)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Aunt Betty's layer cake was a culinary work of art.

fazla mesai yapmak

(work extra hours)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I won't work overtime unless they pay me extra for the hours.

çalışma izni

noun (law: allows employment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

işe yerleştirme

noun (UK (temporary job, internship)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I applied for a work placement during the holidays.

iş vardiyası, vardiya

noun (period of work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My usual work shift is 8:30 to 5, but sometimes I work from noon to 8 instead.

iş akışı

noun (flow of tasks carried out)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

birlikte çalışmak

(co-operate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll finish the job more quickly if we work together.

ile çalışmak

(be a colleague of) (birisi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I have worked with Debbie for eight years now.

ile çalışmak

(be an employee of) (şirket, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I work with the sales team.

iş birliği yapmak

(cooperate with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please work with your neighbors to lower crime in the neighborhood.

ile çalışmak

(materials: use) (malzeme)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stefan is a craftsman who works with iron and gold.

kullanmak

(use available tool, information) (bilgi, malzeme, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You need to work with the materials you have.

etrafından dolaşma

noun (method: bypasses [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The software engineer developed a workaround to deal with the problem temporarily.

personel, kadro

noun (all employees of a company)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The company gave the whole workforce a bonus at Christmas.

işgücü

noun (all workers in a region)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The country's workforce needs to increase in order to provide for an ageing population.

iş günü

noun (daytime hours occupied by work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A standard work day is about eight hours long.

iş yükü

noun (amount of work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My workload is particularly heavy this week.

alıştırma sayfası

noun (school: sheet of exercises) (okul)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The teacher handed round worksheets for the students to fill in.

iş izlencesi

noun (record of work in progress)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The foreman referred to the worksheet to see which jobs were still outstanding.

işlem tablosu

noun (accountancy: preliminary document) (muhasebecilik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The accountant enters the figures on a worksheet before preparing the final statement.

çalışma masası

noun (office cubicle or desk)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Every workstation in the office has a computer and a telephone.

iş istasyonu

noun (computer: allows access to network)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I remember when our company got its first workstation back in the late 1980's.

tezgah

noun (UK (counter) (mutfak, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The worktops in the kitchen are easy to clean.

tetkik

noun (medicine: diagnostic procedures) (tıp)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The doctor ordered a cardiovascular workup.

mürekkep lekesi

noun (printing: ink smear)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

denize elverişli hale getirme

noun (ship: making seaworthy) (gemi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The ship will remain in dock until the workup has been completed.

eğitim süreci

noun (navy: training period) (deniz kuvvetleri)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The soldiers are in the middle of one of their annual workups to keep them in shape.

İngilizce öğrenelim

Artık work'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

work ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.