İngilizce içindeki set ne anlama geliyor?

İngilizce'deki set kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte set'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki set kelimesi koymak, yerleştirmek, takım, belirlemek, saptamak, batmak, takım, set, katılaşmak, sertleşmek, katı hale gelmek, (televizyon) seti, katılaşmak, sertleşmek, sabit, belirli, standart, önceden belirlenmiş, önceden tayin edilmiş, şekillendirilmiş, şekil verilmiş, kararlı, azimli, grup, oturuş, takım, duruş, duruş biçimi, set, set, fide, fidan, icra, küme, grup, başlatmak, şekle girmek, şekil almak, oturmak, olgunlaşmak, vermek, daktilo etmek, sözlerini yazmak, ayarlamak, onarmak, örnek olmak, örnek oluşturmak, örnek teşkil etmek, hazırlamak, kurmak, yerleştirmek, kurmak, yerleştirmek, şekil vermek, şekillendirmek, kararlaştırmak, belirlemek, yerleştirmek, sahneyi hazırlamak, meyve vermek, belirlemek, tayin etmek, yelken açmak, belirlemek, geçirmek, üzerine salmak, üzerine salmak, başlamak, girişmek, koyulmak, saldırmak, -e karşı kışkırtmak, ile karşılaştırmak, karşılamak, farklı kılmak, ayırmak, kenara koymak, bir kenara bırakmak, bir kenara ayırmak, koymak, yazıya dökmek, anlatmak, yola koyulmak, yerine oturmak, yola çıkmak, yolculuğa çıkmak, -e gitmek, tetiklemek, başlatmak, belirginleştirmek, kızdırmak, üstüne saldırmak, yola çıkmak, düzenlemek, göstermek, niyetinde olmak, yüklenmek, başlamak, tuzak kurmak, düzenlemek, tertip etmek, buluşturmak, saldırmak, koyulmak, herşey hazır/tamam, -e hazır, -e hazır olmak, kutu set, film seti, jet sosyete, yüksek sosyete, kafa yapısı, mantalite, sette, ilerlemesine mani olmak, mal olmak, sonraya bırakmak, geciktirmek, geride kalmış, ateşe vermek, ayak basmak, serbest bırakmak, azat etmek, harekete geçirmek/başlatmak, düzene sokmak, düzene koymak, yakmak, ateşe vermek, heyecanlandırmak, set sayısı, belirlenen amaç/hedef, yelken açmak, gemi yolculuğuna çıkmak, tarih belirlemek, düğün tarihini belirlemek, tempoyu belirlemek, örnek oluşturmak, örnek teşkil etmek, zemin hazırlamak, zemin hazırlamak, sofrayı kurmak, tartışma, işe girişmek, işe koyulmak, çalıştırmak, kurmak, monte etmek, ayarlamak, ısmarlamak, dükkân açmak/tezgâh kurmak, can atmak, amaçlamak, hedeflemek, düzenleme, tertip, tertibat, düzen, sistem, tuzak, kurulum, düzenleme, aranjman, beceri grubu, tombul, televizyon, telsiz anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

set kelimesinin anlamı

koymak, yerleştirmek

transitive verb (place, locate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He set the glass on the edge of the table.
Bardağı masanın köşesine koydu.

takım

noun (kit) (alet, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Don't worry, I will get my set of tools and fix it.

belirlemek, saptamak

transitive verb (price, value) (fiyat, değer, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Let's set the price of the shirt at twenty dollars.
Gömleğin fiyatını yirmi dolar olarak belirleyelim.

batmak

intransitive verb (sun: sink) (güneş)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
What time does the sun set today?
Bugün güneş saat kaçta batacak?

takım, set

noun (collection of items) (alet, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Don't worry, I will get my set of tools and fix it.
Merak etme, alet takımımı alıp onu hemen tamir edeceğim.

katılaşmak, sertleşmek, katı hale gelmek

intransitive verb (become firm)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This jelly will set in four hours.
Jöle, dört saat içinde sertleşecek.

(televizyon) seti

noun (TV)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The TV set is in the living room.
Televizyon seti oturma odasında.

katılaşmak, sertleşmek

intransitive verb (harden)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The plaster needs twenty-four hours to set properly. Leave enough time to let the glue set.

sabit

adjective (unmoving)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
You could tell Olivia was determined from the set expression on her face.

belirli

adjective (agreed, fixed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Eleanor's set hours of work are 9 am to 5 pm, Monday to Friday.

standart

adjective (standard, conventional)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There is no set way to do it; you can choose your favorite method.

önceden belirlenmiş, önceden tayin edilmiş

adjective (assigned)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Students should ensure they buy copies of set texts before the beginning of term.

şekillendirilmiş, şekil verilmiş

adjective (hair: drying in a style) (saç)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Madeleine's nails were painted, her hair was set, so she was ready to go to the dance.

kararlı, azimli

(determined to do)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Marcus is set on getting into Oxford.

grup

noun (group)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I have made a new set of friends.

oturuş

noun (clothing: fit) (giysi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What do you think of the set of this suit?

takım

noun (matching outfit) (giysi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Do you like this matching set that I bought?

duruş, duruş biçimi

noun (bearing)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He has an arrogant set to him and I don't like that.

set

noun (tennis) (tenis)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The tennis player won the third set to win the whole match.

set

noun (TV, film: stage) (film, TV)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The actor needed to be on set all day, as they were filming.

fide, fidan

noun (horticulture: young plant)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I have bought fifty onion sets this year.

icra

noun (music: performance) (müzik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
After finishing her set, the violinist bowed for the audience.

küme

noun (algebra) (matematik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

grup

noun (class, group)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Rose is in the top set for French.

başlatmak

verbal expression (apply, start) (bir işe, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boss set his employees to work on the project.

şekle girmek, şekil almak

intransitive verb (hair: be fixed in place) (saç)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Your hair will set well if you use this hairspray.

oturmak

intransitive verb (clothes: fit, hang) (giysi)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
That dress sets very nicely on you.

olgunlaşmak

intransitive verb (fruit: grow, develop) (meyve)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I had lots of flowers on my chilli plants this year, but the fruits didn't set.

vermek

transitive verb (assign [sb] [sth]) (birisine bir görev, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The teacher set his pupils several tasks.

daktilo etmek

transitive verb (type)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you set this report for me in a plain typeface?

sözlerini yazmak

transitive verb (music: lyrics) (şarkı, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The poem was set to music.

ayarlamak

transitive verb (watch: adjust) (saat)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I just changed the battery in the clock, so I have to set the time on it again.

onarmak

transitive verb (bone: mend) (kırık kemik, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The doctors in casualty set the broken bone.

örnek olmak, örnek oluşturmak, örnek teşkil etmek

transitive verb (example: provide) (davranışlarıyla, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You should set a good example to your younger brother!

hazırlamak, kurmak

transitive verb (table: lay) (sofra, masa)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Kids, come set the table for dinner. We need plates and bowls.

yerleştirmek

transitive verb (put in order)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She set the chess pieces in their place.

kurmak, yerleştirmek

transitive verb (trap: prepare) (tuzak, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He set a trap for the mouse in the apartment.

şekil vermek, şekillendirmek

transitive verb (hairstyle: fix) (saç)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The stylist set the woman's hair beautifully.

kararlaştırmak

transitive verb (date: schedule)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Let's set a June date for the wedding.

belirlemek

transitive verb (pace) (tempoyu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The leader set the pace in the bike race.

yerleştirmek

transitive verb (gem: mount)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The jeweller set the stone in the ring.

sahneyi hazırlamak

transitive verb (theater: arrange scene)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
While the curtains were closed, they quickly set the next scene.

meyve vermek

transitive verb (plant: produce fruit)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This tree sets fruit in the late summer.

belirlemek, tayin etmek

transitive verb (direction: determine) (yön, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Jeremy set a course for the West.

yelken açmak

transitive verb (sail: rig)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The crew set the sails and the ship left the harbour.

belirlemek

transitive verb (fix, put in place)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boss sets the hours we work. The sales targets have been set for this month.

geçirmek

(often passive (story: locate, place) (hikayeyi, vb. bir yerde/zamanda)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Helena set her story against the backdrop of the Second World War. The novel is set in 19th-century Paris.

üzerine salmak

(let loose)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The hunters set the dogs on the scent.

üzerine salmak

(urge to attack)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you go into that garden, the owner will set his dog on you.

başlamak, girişmek, koyulmak

phrasal verb, transitive, inseparable (start: doing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Julius set about arranging his collection of butterflies.

saldırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (attack: [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The burglars set about their victim when they were disturbed.

-e karşı kışkırtmak

phrasal verb, transitive, separable (cause to oppose [sb] or [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please don't set him against me by spreading rumors that I talk about him behind his back.

ile karşılaştırmak

phrasal verb, transitive, separable (contrast with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This amount of money looks very small if you set it against what we spend each year on marketing.

karşılamak

phrasal verb, transitive, separable (offset: cost, damages) (zarar, ziyan, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

farklı kılmak

phrasal verb, transitive, separable (distinguish, make different)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stein's intelligence sets him apart from other soccer players.

ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (reserve, put aside)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The family set one bedroom apart for use by guests.

kenara koymak

phrasal verb, transitive, separable (put to one side)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I set aside my work to check on the baby. Set your pencils aside and read through the test first.

bir kenara bırakmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (disregard temporarily) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Set your fears aside and jump into the water.

bir kenara ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (save, put aside for later)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Estelle set by some sandwiches in case she felt hungry later in the day.

koymak

phrasal verb, transitive, separable (place, put on a surface)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She set down the book on a nearby table.

yazıya dökmek

phrasal verb, transitive, separable (put in writing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you set your thoughts down on paper first, it helps you to think about things more clearly.

anlatmak

phrasal verb, transitive, separable (present, describe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In his autobiography, he sets forth the story of his life.

yola koyulmak

phrasal verb, intransitive (start a journey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The gallant knight set forth to slay the dragon.

yerine oturmak

phrasal verb, intransitive (become established) (iş, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Frustration among the fans set in just before half-time, when it became clear their team was unlikely to score.

yola çıkmak

phrasal verb, intransitive (begin a journey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll have to set off very early to avoid the rush-hour traffic.

yolculuğa çıkmak

(begin: a journey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That morning, we set off on our trip to California.

-e gitmek

(begin a journey) (yolculuk)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I usually set off for work at 8 a.m.

tetiklemek

phrasal verb, transitive, separable (trigger, switch on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He set off an alarm when he opened the back door.

başlatmak

phrasal verb, transitive, separable (event: cause to happen)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The assassination of Archduke Franz Ferdinand set off the First World War.

belirginleştirmek

phrasal verb, transitive, separable (highlight by contrasting)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That colour looks good on you; it sets off your eyes.

kızdırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (make [sb] mad)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

üstüne saldırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (attack)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When we refused to hand over our wallets, they set on us with a pair of baseball bats.

yola çıkmak

phrasal verb, intransitive (start a journey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They set out for London early the following day. We'll set out at five in the morning.

düzenlemek

phrasal verb, transitive, separable (lay out, arrange)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

göstermek

phrasal verb, transitive, separable (present)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

niyetinde olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (intend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I didn't set out to hurt you; I'm sorry if what I said was upsetting.

yüklenmek

phrasal verb, transitive, inseparable (undertake)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He set out to mend the fences, but ran out of wire before he was halfway done.

başlamak

phrasal verb, transitive, inseparable (start: doing) (bir şeyi yapmaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lena did not have a dress for the prom, so she took out her sewing machine and set to making one.

tuzak kurmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (incriminate falsely)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He's really paranoid and always thinks people are trying to set him up.

düzenlemek

phrasal verb, transitive, separable (arrange)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Helen set up the chairs in a semi-circle.

tertip etmek

phrasal verb, transitive, separable (organize)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can we set up a meeting for 8 November?

buluşturmak

phrasal verb, transitive, separable (two people: get together)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
George and Lisa met when mutual friends set them up.

saldırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (attack)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The gang set upon their victim without warning. The hounds set upon the fox.

koyulmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (apply yourself to enthusiastically) (hevesle bir işe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jose set upon his dinner as though he hadn't eaten in a week.

herşey hazır/tamam

adjective (ready, prepared)

Are we all set? Then let's go!

-e hazır

adjective (ready, prepared)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Are you all set for opening night?

-e hazır olmak

verbal expression (be ready to: do [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We were all set to leave, but Ann made us wait while she looked for her cell phone.

kutu set

noun (series of CDs, DVDs, etc.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I just bought the box set of the StarTrek Voyager series on DVD for $200!

film seti

noun (movie: stage, setting)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Hank was really excited as it was his first time on a film set.

jet sosyete, yüksek sosyete

noun (informal (wealthy leisure travelers)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Marbella and Dubai are both popular resorts for the jet set.

kafa yapısı, mantalite

noun (attitude, mentality)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You need a positive mindset to overcome these obstacles.

sette

adverb (TV, cinema: during filming) (TV, sinema)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Even though they played best friends, the actors didn't really get along on set.

ilerlemesine mani olmak

(hinder progress of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It really set me back when I lost my job.

mal olmak

(cost: a certain sum)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This repair work is likely to set me back more than £500.

sonraya bırakmak

(schedule for later)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boss set the meeting back to give people more time to complete their reports.

geciktirmek

(delay by a given time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We can set the appointment back a few days if you can't make it tomorrow.

geride kalmış

(positioned further back, recessed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you look at the garden you'll see that the birch tree's set back against the fence.

ateşe vermek

verbal expression (set alight)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He set fire to his own house to collect the insurance money.

ayak basmak

verbal expression (enter)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Liam has never set foot in England. Peter is so rude. I'll never set foot in his house again!

serbest bırakmak

verbal expression (liberate from captivity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Can you remember what year Nelson Mandela was set free?

azat etmek

verbal expression (emancipate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

harekete geçirmek/başlatmak

verbal expression (prompt, cause to begin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They have set in motion the official procedures for emigrating to Canada.

düzene sokmak, düzene koymak

verbal expression (arrange properly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My grandmother set all her affairs in order shortly before she died.

yakmak, ateşe vermek

verbal expression (set light to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To cover up the murder, the killer set his victim's house on fire.

heyecanlandırmak

verbal expression (figurative, slang (excite)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That catchy new song has set the whole country on fire.

set sayısı

noun (tennis: point that will win a set) (tenis)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Her last backhand went into the net, so she only had one set point remaining.

belirlenen amaç/hedef

noun (specific intention)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Every lesson you plan to teach should have a set purpose. We're meeting today with no set purpose; we'll see what comes up.

yelken açmak

verbal expression (boat, ship: start a journey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The windjammer set sail for a tour around the Caribbean.

gemi yolculuğuna çıkmak

verbal expression (start a journey by ship or boat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

tarih belirlemek

verbal expression (decide specific day)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The conference will be next year, but the organizers haven't yet set a date.

düğün tarihini belirlemek

verbal expression (informal (fix wedding day)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When are you and your girlfriend going to set the date?

tempoyu belirlemek

verbal expression (running, etc.: determine speed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The lead runner set the pace for the 5K race.

örnek oluşturmak, örnek teşkil etmek

verbal expression (figurative (set a precedent, example)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm hoping this session will set the pace for our future meetings.

zemin hazırlamak

verbal expression (establish a certain setting)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

zemin hazırlamak

verbal expression (figurative (make everything ready)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Zack's conniving set the stage for Virginia's downfall.

sofrayı kurmak

verbal expression (lay place settings for a meal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My mother asked me to set the table whilst she cooked our dinner.

tartışma

noun (informal (brief, intense argument)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Esme had a set-to with a traffic warden who told her she was parked illegally.

işe girişmek, işe koyulmak

verbal expression (start doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He set to work as soon as he was given the new task.

çalıştırmak

verbal expression (cause to start doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The manager set the new employee to work filing invoices.

kurmak

(establish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They set the new store up on Maple Street.

monte etmek

(assemble)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I bought my son a swing set and had to set it up in the yard yesterday.

ayarlamak

verbal expression (get [sb] together with [sb]) (birisini birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ed's sister tried to set him up with one of her friends, but they didn't hit it off.

ısmarlamak

verbal expression (mainly US, informal (pay for drinks) (birisine içki, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That generous woman set us all up with drinks last night.

dükkân açmak/tezgâh kurmak

verbal expression (open a business)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Linda's set up shop doing sewing repairs and dressmaking.

can atmak

verbal expression (desire greatly, long for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She had set her heart on a trip to Japan. The little boy had his heart set on getting a puppy for Christmas.

amaçlamak, hedeflemek

verbal expression (figurative (aim or intend to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've set my sights on a new flat panel TV for my birthday this year.

düzenleme, tertip

noun (arrangement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You've got a great setup here for working from home.

tertibat, düzen, sistem

noun (gathered equipment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We left our setup on stage for tomorrow night's concert.

tuzak

noun (informal (hoax, trap)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They invited you there as a set-up to rob your house.

kurulum

noun (computing: installation) (bilgisayar)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Double-click on the icon to start the setup.

düzenleme, aranjman

noun (art: arrangement of objects) (sanat)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I'm going to paint a simple still life set-up with a vase of flowers and a table cloth.

beceri grubu

noun (practical competences required)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

tombul

adjective (stocky)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Jake was thin in high school, but in his twenties he became thickset because he stopped exercising.

televizyon

noun (informal, abbreviation (appliance: television set)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I had our old TV set replaced.

telsiz

noun (UK, dated (radio set)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The whole family gathered round the wireless to listen to the news. // Audrey is going to buy a new wireless.

İngilizce öğrenelim

Artık set'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

set ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.