İngilizce içindeki working hours ne anlama geliyor?

İngilizce'deki working hours kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte working hours'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki working hours kelimesi çalışan, çalışır, temel, çalışma, şu anki, şimdiki, işleyiş, mekanizma, iş, işleyen, çalışmak, görevli olmak, çalışmak, çabalamak, çalışmak, işlemek, işe yaramak, etkili olmak, çalıştırmak, kullanmak, meslek, istihdam, iş, gayret, çaba, efor, iş, masaj yapmak, yoğurmak, eserler, fabrika, görev, iş, vazife, işyeri, iş, yapılan iş, iş, işçilik, eser, iş, eser, iş, yapı, çalışmak, olarak çalışmak, işini görmek, kıvırmak, yoğurmak, işlemek, çalıştırmak, ekip biçmek, ikna etmek, çalışkan, işletme sermayesi, işçi sınıfı, işçi sınıfına ait, çalışma şartları, çalışma koşulları, iş günü, çalışma günü, çalışan kız, çalışan kız, geçici varsayım, hesaplamalar, vücut çalışma, çalışma izni anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

working hours kelimesinin anlamı

çalışan

adjective (employed)

He's a working man, now that he has found a job.
Şimdi iş buldu ya, o artık çalışan bir adam.

çalışır

adjective (operating)

Is the TV in working condition?
TV çalışır halde mi?

temel

adjective (knowledge: basic) (bilgi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I have a working knowledge of how cars work.

çalışma

adjective (hours: of work) (saatler)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The working hours here are 9 to 6.

şu anki, şimdiki

adjective (hypothesis, title: current)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
His working theory has gone through a few changes.

işleyiş

plural noun (figurative (way [sth] functions) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This book explains the inner workings of the banking system.

mekanizma

plural noun (mechanism)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I took the back off of my watch to inspect the workings.

adjective (clothing: worn for work) (kıyafet)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Get out of your working outfit so we can go out to eat.

işleyen

adjective (majority: able to function)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The party leaders put together a working coalition.

çalışmak, görevli olmak

intransitive verb (be employed)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He works at the bank.
Bankada çalışıyor.

çalışmak, çabalamak

intransitive verb (toil)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He worked into the night.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar çalıştı.

çalışmak, işlemek

intransitive verb (function)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Does the car work?
Araba çalışıyor mu?

işe yaramak, etkili olmak

intransitive verb (be useful, effectual)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Did the medicine work?
İlaç işe yaradı mı?

çalıştırmak, kullanmak

transitive verb (machine: operate, manage) (makina, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Do you know how to work this machine?
Bu makinanın nasıl çalıştırılacağını biliyor musun?

meslek

noun (uncountable (occupation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What is your work? I'm a dentist.

istihdam, iş

noun (uncountable (employment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The bank provides work for many people.
Banka pek çok kişiye iş imkânı sağlamaktadır.

gayret, çaba, efor

noun (uncountable (effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His work on the car was worth the result.

noun (uncountable (toil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
An apple picker does exhausting work, from sunrise until dusk.
Elma toplayan tarım işçileri, gündoğumundan günbatımına kadar çok yorucu bir iş yapmaktadırlar.

masaj yapmak

transitive verb (knead, massage)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yoğurmak

(knead, massage [sth] into [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

eserler

plural noun (art, literature, music: achievements)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
The author's poems are his most overlooked works.

fabrika

plural noun (factory)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Most of the menfolk were employed at the town's works.

görev, iş, vazife

noun (uncountable (type of task)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I don't like this work. Can I do something different?
Bu işi sevmedim. Başka bir iş yapabilir miyim?

işyeri

noun (office, place of work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This is his work. Yes, that building.
Bu bina Mehmet'in işyeri.

noun (activity)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He is doing some work or other in the shop.

yapılan iş

noun (objects on which work is done)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The art students took their work to the benches.

iş, işçilik

noun (product of labour)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The work was obviously well done.
İşin çok iyi yapılmış olduğu belliydi.

eser

noun (building) (bina)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The tunnel is an impressive work of engineering.

noun (physics: force times distance) (fizik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In physics, work deals with transference of energy.

eser

noun (product of artist) (sanat)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Many think Beethoven's Ninth is his greatest work. I have the complete works of Dickens in my library.

noun as adjective (of, concerning work)

He got a work permit in July.

yapı

plural noun (construction)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

çalışmak

intransitive verb (with adverb or noun phrase)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll have to work late to finish this project. Sheila's been working extra hours to pay off her debts.

olarak çalışmak

(make a living as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Right now I am working as a waitress in a cocktail bar, but I want to be an actress.

işini görmek

(informal (be OK with [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I could meet you at 2 pm on Wednesday; does that work for you?

kıvırmak

transitive verb (contort)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She worked the wire into a loop.

yoğurmak

transitive verb (accomplish) (hamur, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She worked a change in the texture of the dough.

işlemek

transitive verb (fashion by work)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The carpenter works the pieces into a table.

çalıştırmak

transitive verb (keep at work)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boss worked them until late into the night.

ekip biçmek

transitive verb (land, be a farmer) (toprağı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The farmer worked the land.

ikna etmek

transitive verb (persuade)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The minister worked the congregation into an exultant state.

çalışkan

adjective (diligent)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The seasonal workers employed to help with the harvest are very hardworking indeed.

işletme sermayesi

noun (business: available assets)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The company was incorporated with a working capital of £2000.

işçi sınıfı

noun (laboring class)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He started out as member of the working class, but now he runs an investment firm.

işçi sınıfına ait

adjective (of laboring classes)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He was very proud of his working-class background.

çalışma şartları, çalışma koşulları

plural noun (job: rights and regulations)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
The working conditions in the factory were appalling.

iş günü

noun (daytime hours occupied by work)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A standard work day is about eight hours long.

çalışma günü

noun (day normally worked)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Orders will be dispatched within two working days.

çalışan kız

noun (slang, euphemism (prostitute)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mary has been a working girl since adolescence.

çalışan kız

noun (informal, dated (employed woman)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
All five of my daughters are working girls now.

geçici varsayım

noun (applied theory)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Professor Smith's idea is merely a working hypothesis.

hesaplamalar

noun (calculations)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Answer all the questions carefully and show your working out.

vücut çalışma

noun (weight-training, exercising)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You can tell from the size of his muscles that working out is Patrick's main hobby.

çalışma izni

plural noun (documents permitting employment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He was deported back to his home country because he had no working papers.

İngilizce öğrenelim

Artık working hours'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

working hours ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.