İngilizce içindeki up ne anlama geliyor?

İngilizce'deki up kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte up'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki up kelimesi yataktan kalkmış, yüksek, girmek, dahil olmak, yukarıda, yüksek sesle, önde, hazır, tepede, yukarısında, yüksekte, üstünde, yukarısına, ötesinde, yukarı çıkan, ayakta, yükselen, iç kısımlara doğru, içe doğru, kuzeyde, dolmuş, birisine, birine, artmak, parlatmak, takip etmek, izlemek, berabere, yokuş, artırmak, yaramazlık yapmak, arıza çıkarmak, toplamak/toplamını çıkarmak, toplamını almak, akla yakın olmak, makul olmak, demek olmak, anlamına gelmek, demeye gelmek, birikmek, tutmak, etmek, güçlendirmek, yedeklemek, desteklemek, onaylamak, geri sürmek, geri gitmek, geri geri gitmek, birikmek, kodese tıkmak, haşat etmek, ışınlamak, tahammül etmek, göğüs germek, dövmek, pataklamak, sopa çekmek, kendini suçlamak, güçlendirmek, kuvvetlendirmek, kas yapmak, övmek, aşırı övmek, sarmak, sargı ile sarmak, sarmak, patlamak, infilak etmek, havaya uçmak, patlatmak, havaya uçurmak, -i şişirmek, büyütmek, çok kızmak, tahta çakarak kapatmak, tüm yerleri ayırmak, başlatmak, çalışmak, bastırmak, ayırmak, ayırmak, ayrılmak, bitmek, ayırmak, ayırmak, ufalamak, kesilmek, açmak, canlandırmak, neşelenmek, tekrar açmak, yeniden açmak, kusmak, çıkarmak, bahsetmek, bahis açmak, çocuk yetiştirmek, çocuk büyütmek, kusmak, yediklerini çıkarmak, tazelemek, tazelemek, tazelemek, neşelenmek, neşelendirmek, bağlamak, acıyla kıvranmak, toplama yapmak, tıkalı, destek, yedek kopya, yığın, trafik sıkışıklığı, yedek, yedek kopya, harika, hurda, yıpranmış, aferin, siyahlatmak, öfke patlaması, büyütülmüş fotoğraf, şişme, büyütülmüş, patlamış, bomba ile yaralanmış/öldürülmüş, şişirilmiş, alçalıp yükselmek, aşağıdan yukarıya, stratejik, sargılı, ayrılma, parçalanma, sevgiliden ayrılma, parçalanma, dağılma, kırık, kırılmış, üzgün, ayrılmış, güzelleştirmek, tazeleme, ufak tamir/onarım, yıkanıp temizlenme, tazeleme, fokurdamak, ortaya çıkmak, gülmekten karnı ağrımak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

up kelimesinin anlamı

yataktan kalkmış

adjective (informal (risen from bed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Is Mom up yet? No, she's still sleeping.

yüksek

adjective (informal (price, etc.: increased) (fiyat, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The stock market is up right now.

girmek, dahil olmak

adjective (informal (about to take turn) (maça, oyuna, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm the reserve player, so if one of our team gets injured, I'm up!

yukarıda

adverb (on a higher level)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The restrooms are up at the top of the staircase.

yüksek sesle

adverb (to higher volume)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Ben had his music up too loud and the neighbors complained.

önde

adverb (informal (sports: ahead) (spor)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The team is up one-nil over its opponent.
Takım, rakibine karşı bir-sıfır önde.

hazır

adjective (ready)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
We are going to a party. Are you up for it?
Partiye gidiyoruz. Hazır mısın?

tepede

adverb (above horizon)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Is the sun up yet?

yukarısında

adverb (informal (more, higher)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The prices are three Euros and up.

yüksekte

adverb (at higher point)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He is now up in the bi-plane, and can now see the valley below.

üstünde

preposition (elevated, above)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The cat was up a tree.

yukarısına

preposition (to higher part)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
If you go a little way up the hill, you will get a better view.

ötesinde

preposition (further along)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We live just up the street

yukarı çıkan

adjective (informal (related to upward direction) (asansör, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Use the up escalator; it's quicker than the stairs.

ayakta

adjective (informal (constructed) (bina, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The building has been up for three months.

yükselen

adjective (US (tide: in) (sular)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The tide will be up soon.

iç kısımlara doğru, içe doğru

adjective (inland)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We are going from the coast, up to Nottingham in the middle of England.

kuzeyde

adjective (to the north)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
They are up in New York.

dolmuş

adjective (expired, finished) (zaman)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Your time is up. Please give me your answer now.

birisine, birine

adverb (to [sb])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Send the report up so the boss can read it.

artmak

adverb (to higher value) (maaş, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jeff's salary is up ten thousand a year to forty thousand dollars.

parlatmak

adverb (informal (to higher brightness)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Make sure the contrast is up on your screen.

takip etmek, izlemek

adverb (in contact with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Since I stopped reading a daily newspaper, I'm no longer up on events.

berabere

adverb (US (sports: tied) (spor)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The score was six up at the end.

yokuş

noun (informal (upward slope)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The bike path is fun, with lots of ups and downs.

artırmak

transitive verb (slang (increase)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The band upped the number of shows in their tour.
Müzik grubu, turda vereceği konser sayısını artırdı.

yaramazlık yapmak

phrasal verb, intransitive (UK, informal (child: misbehave) (çocuk)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Why do children always wait to be in public to act up?

arıza çıkarmak

phrasal verb, intransitive (informal (machine: malfunction) (makina)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The TV is acting up, but I think it's just a loose wire.

toplamak/toplamını çıkarmak

phrasal verb, intransitive (do sums)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The children are learning to add up.

toplamını almak

phrasal verb, transitive, separable (calculate total)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you add up the numbers in this column, you should get 500.

akla yakın olmak, makul olmak

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (make sense)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The two different accounts of the same event don't add up.

demek olmak, anlamına gelmek, demeye gelmek

(figurative (indicate, lead to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The evidence adds up to a clear attempt to steal the goods.

birikmek

phrasal verb, intransitive (accumulate gradually)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The stresses of everyday life can add up and leave you feeling overwhelmed.

tutmak, etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (total) (yekun, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The opposite sides of a die add up to seven.

güçlendirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (increase the power of)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

yedeklemek

phrasal verb, transitive, separable (computing: make copies) (bilgisayar)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It is advisable to back up all the files on your computer regularly, in case of breakdown.

desteklemek

phrasal verb, transitive, separable (support)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Go ahead and tell the boss just what happened; I'll back you up on it.

onaylamak

phrasal verb, transitive, separable (confirm: fact, argument)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The accused man insisted that his wife would back up his story and give him an alibi.

geri sürmek

phrasal verb, transitive, separable (vehicle: reverse) (araç)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It's difficult to back up a truck when a trailer is attached.

geri gitmek, geri geri gitmek

phrasal verb, intransitive (move in reverse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
A loud beeping alerts other road users when the lorry is backing up.

birikmek

phrasal verb, intransitive (water: accumulate) (su)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Water has backed up into the toilet and the flush won't work.

kodese tıkmak

phrasal verb, transitive, separable (UK, slang (put in prison) (argo)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He got banged up for robbing the local liquor store.

haşat etmek

phrasal verb, transitive, separable (US, slang (damage)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I really banged up the car when I hit that moose.

ışınlamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (science fiction: transport)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

tahammül etmek

phrasal verb, intransitive (endure [sth] difficult)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She is bearing up well despite the pressure she is under.

göğüs germek

phrasal verb, intransitive (remain strong in adversity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

dövmek, pataklamak, sopa çekmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (assault)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A group of youths beat Henry up.

kendini suçlamak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (feel guilty or bad)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was just an honest mistake, so you shouldn't beat yourself up about it.

güçlendirmek, kuvvetlendirmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (make stronger, augment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The Indian spices beef up this vegetarian dish.

kas yapmak

phrasal verb, intransitive (informal, figurative (build muscle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The coach told the young football player to beef up in the gym.

övmek

phrasal verb, transitive, separable (slang (express admiration) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

aşırı övmek

phrasal verb, transitive, separable (slang (exaggerate greatness) (bir şeyi)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

sarmak, sargı ile sarmak

phrasal verb, transitive, separable (bandage securely) (yara, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You should bind up that wound to stop the bleeding.

sarmak

phrasal verb, transitive, separable (wrap with string, etc.) (ip, vb. ile)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bind up the package with string.

patlamak, infilak etmek, havaya uçmak

phrasal verb, intransitive (explode)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I watched the Hindenburg blow up.

patlatmak, havaya uçurmak

phrasal verb, transitive, separable (detonate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They blew up the enemy's ammunition dump.

-i şişirmek

phrasal verb, transitive, separable (inflate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Karen blew up the airbed for her guests.

büyütmek

phrasal verb, transitive, separable (photograph: enlarge) (fotoğraf)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Small photos may have to be blown up if they are not identifiable.

çok kızmak

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (get angry)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She blew up when I told her about the car.

tahta çakarak kapatmak

phrasal verb, transitive, separable (cover temporarily with panels) (geçici olarak)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They boarded up the windows before the hurricane arrived.

tüm yerleri ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (reserve fully)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
There was no room at the hotel; they were completely booked up for the summer.

başlatmak

phrasal verb, transitive, separable (switch on: computer) (bilgisayar)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

çalışmak

phrasal verb, intransitive (computer: start) (bilgisayar)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

bastırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (repress: feelings, energy) (duyguları, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It is not emotionally or physically healthy to bottle up one's emotions.

ayırmak

phrasal verb, intransitive (disintegrate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Rock gradually breaks up into sand.

ayırmak

phrasal verb, intransitive (informal (couple: separate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The couple broke up after a three-year relationship.

ayrılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (separate) (birinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I think you need to break up with your boyfriend.

bitmek

phrasal verb, intransitive (informal (school: finish) (okul)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
School breaks up next week for the summer holidays.

ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (cause to separate) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She blamed his mother's constant interference for breaking up their marriage.

ayırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (fight: intervene) (kavga, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The head teacher stepped in and broke up the fight between the two boys.

ufalamak

phrasal verb, transitive, separable (crumble)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Break the biscuits up into small pieces and put them in a food processor.

kesilmek

phrasal verb, intransitive (phone sound: lose quality) (telefonda ses)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You're breaking up, so I'll call you back later.

açmak

phrasal verb, intransitive (informal (weather: improve, get sunnier) (hava)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The weather was cloudy in the morning, but it has brightened up now.

canlandırmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (make cheerfully attractive)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Some colourful curtains and cushion covers will brighten this room up.

neşelenmek

phrasal verb, intransitive (figurative (become more cheerful)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
My day brightened up when a letter arrived from my son.

tekrar açmak, yeniden açmak

phrasal verb, transitive, separable (topic: raise again) (konuyu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

kusmak, çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (food: vomit) (yediklerini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

bahsetmek, bahis açmak

phrasal verb, transitive, separable (raise: a subject)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is not a good idea to bring up politics with my family.

çocuk yetiştirmek, çocuk büyütmek

phrasal verb, transitive, separable (raise: a child)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The couple adopted the child and brought him up.

kusmak, yediklerini çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (vomit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The baby is ill and keeps bringing up her food.

tazelemek

phrasal verb, intransitive (informal, figurative (revise, refresh knowledge) (hafıza, bilgi, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My spoken French is quite good, but I would like to brush up a bit.

tazelemek

phrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (refresh knowledge, skill) (hafızayı, bilgiyi, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gary wants to brush up his Spanish before going to Madrid.

tazelemek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (refresh knowledge of [sth]) (bilgi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Janice joined the course to brush up on her maths skills.

neşelenmek

phrasal verb, intransitive (informal (become more cheerful)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Buck up, you'll have another chance tomorrow!

neşelendirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (make more cheerful) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

bağlamak

phrasal verb, intransitive (informal (fasten: shoe, seatbelt, etc.) (emniyet kemeri, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Don't forget to buckle up before you start driving.

acıyla kıvranmak

phrasal verb, intransitive (informal (bend over: in or with pain)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The patient buckled up in pain; the doctor said she suspected appendicitis.

toplama yapmak

intransitive verb (do sums)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I learned how to add when I was in first grade.

tıkalı

adjective (pipe, etc.: blocked)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The plumbing was backed up because of excess hair in the drain.

destek

noun (support)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
When the policeman realized he couldn't handle the situation alone, he called for backup.

yedek kopya

noun (duplicate copy)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This is a backup; the original copy is in the filing cabinet.

yığın

noun (accumulation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There is a backup of paperwork that we need to file by the end of the day.

trafik sıkışıklığı

noun (informal (traffic jam)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There is a backup on the interstate just north of the city.

yedek

noun as adjective (alternative) (plan, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm going to keep my old laptop as a backup computer just in case my new one breaks down.

yedek kopya

noun (data: duplicate)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's a good idea to make a backup copy of important documents.

harika

adjective (slang (excellent)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Congratulations, you did a bang-up job on that project!

hurda

adjective (US, slang (vehicle: in poor condition)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Rick drives a beat-up pickup truck.

yıpranmış

adjective (informal (car, etc.: battered from use)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

aferin

interjection (slang (admiration)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)

siyahlatmak

transitive verb (blacken)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The soldiers blacked their faces before the mission.

öfke patlaması

noun (informal (angry outburst)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

büyütülmüş fotoğraf

noun (informal (enlarged image)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

şişme

adjective (informal (inflatable)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

büyütülmüş

adjective (informal (image: enlarged) (resim)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The blown-up pictures were grainier than the originals.

patlamış

adjective (informal (thing: by explosion)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The town was a mess of blown-up buildings and rubble.

bomba ile yaralanmış/öldürülmüş

adjective (informal (person: by explosion) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He is one of several politicians blown up last year by terrorists.

şişirilmiş

adjective (informal (balloon, etc.: inflated) (balon, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Pass me a blown-up balloon and I'll make you an animal.

alçalıp yükselmek

intransitive verb (used in compounds (move up and down: on water)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The toy boat bobbed along on the surface of the lake.

aşağıdan yukarıya

adjective (hierarchical: working upwards)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

stratejik

adjective (design, programming approach: strategic) (tasarım, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

sargılı

adjective (body part: bandaged)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The footballer limped off the pitch, clutching his bound-up leg.

ayrılma

noun (informal, figurative (couple: separation) (çift)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

parçalanma

noun (disintegration)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The breaking up of ice shelves has been blamed on global warming.

sevgiliden ayrılma

noun (romantic separation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He's been renting an apartment downtown since the breakup.

parçalanma, dağılma

noun (political fragmentation) (siyasi)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The breakup of the Soviet Union began in the early 1990s.

kırık, kırılmış

adjective (in pieces)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Sara used broken-up cookies as a topping for her cake.

üzgün

adjective (figurative, slang (upset, hurt)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She felt broken up because she lost her puppy.

ayrılmış

adjective (slang (no longer a couple) (çift)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
After a two-year stormy relationship, Mary and Bob are finally broken up for good.

güzelleştirmek

transitive verb (improve [sth]'s appearance)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Shaun took advantage of the time he spent unemployed by brushing up his CV.

tazeleme

noun (refreshing or renewing) (bilgi, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I think my Italian is in need of a brush-up before we go to Florence.

ufak tamir/onarım

noun (US (minor repair)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The curator gave the collection a final brushup before putting it on display.

yıkanıp temizlenme

noun (UK (cleaning or grooming)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tanya gave herself a quick brush-up before meeting the boss.

tazeleme

noun as adjective (relating to rehearsals)

The cast gathered for a brushup rehearsal before the evening show.

fokurdamak

(move up in bubbles)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

ortaya çıkmak

(figurative (feelings, ideas: develop) (duygu, fikir, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

gülmekten karnı ağrımak

verbal expression (informal (bend over: with laughter)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We all buckled up with laughter when Jack told the joke about the penguin.

İngilizce öğrenelim

Artık up'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

up ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.