İngilizce içindeki together ne anlama geliyor?

İngilizce'deki together kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte together'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki together kelimesi hep birlikte, hep beraber, bir arada, hep bir yerde, bir araya, toplam olarak, toplu olarak, grup halinde, hep beraber, hep birlikte, karşılıklı, karşılıklı olarak, bir araya gelmek, buluşmak, buluşmak, toplamak, bir arada durmak, bir arada durmak, birlikte kalmak, birlikte durmak, her beraber, hep birlikte, topluca, tekvücut olmak, bir araya getirmek, bir araya toplamak, birbirine yakın, bir araya gelmek, birlikte gelmek, bir araya toplanmak, bir araya getirmek, toplanmak, toplaşmak, bir araya toplamak, parti, beraber gitmek, birlikte gitmek, beraber kullanılmak, birbirine uymak, tutturmak, bir arada tutmak, bir arada bulundurmak, aceleyle yapmak, (dikkatsizce/aceleyle) parçaları birleştirmek, toparlamak, bir araya getirmek, birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, elbirliğiyle çalışmak, toplamak, aklını başına topla, monte etmek, toplu halde değerlendirmek, birleşim, cinsel ilişkide bulunmak, birlik olmak/birleşmek, bir arada durmak, birbirine yapışmak, bir araya getirmek, dizmek, ile birlikte, birlikte çalışmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

together kelimesinin anlamı

hep birlikte, hep beraber

adverb (in one group) (grup halinde)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We went to the theatre together.
Hep birlikte (or: beraber) tiyatroya gittik.

bir arada, hep bir yerde

adverb (in one place)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We have the whole family together.
Burada, tüm ailemiz bir arada bulunuyor.

bir araya

adverb (into one group)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She gathered the flowers together in a bunch.
Çiçekleri demet halinde bir araya topladı.

toplam olarak

adverb (in total)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Together, the figures added up to ten.

toplu olarak, grup halinde

adverb (collectively; as a group)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Taken together, their problems seem overwhelming.

hep beraber, hep birlikte

adverb (in concert)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The students answered together.

karşılıklı, karşılıklı olarak

adverb (reciprocally)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
They worked together, helping each other.

bir araya gelmek

phrasal verb, intransitive (people: gather)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The team leaders need to get together to discuss the problem.

buluşmak

phrasal verb, intransitive (informal (people: socialize)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's get together sometime and catch up on each other's news.

buluşmak

(informal (socialize with [sb]) (birisiyle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Every Friday after work, Joe gets together with his colleagues for a drink.

toplamak

phrasal verb, transitive, separable (items: collect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ed got his belongings together ready to go home.

bir arada durmak

phrasal verb, intransitive (not fall apart)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Incorporate the liquid into the dry ingredients until they hold together.

bir arada durmak

phrasal verb, intransitive (figurative (stay unified)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The team managed to hold together for the win.

birlikte kalmak

phrasal verb, intransitive (not go separate ways)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Keep together when we get to the station, otherwise we will lose each other.

birlikte durmak

phrasal verb, intransitive (figurative (maintain unity)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
If we keep together, we will have a better chance of getting a pay rise.

her beraber, hep birlikte

adverb (in chorus, in unison)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

topluca

adverb (gathered, in a group)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

tekvücut olmak

(join forces)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The inhabitants banded together to fight the insect invaders.

bir araya getirmek

(unite)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Sunday lunch at my parents' house brings the whole family together.

bir araya toplamak

(collect)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
This exhibition brings together all of Picasso's major paintings.

birbirine yakın

adjective (near to one another,)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
If his eyes weren't so close together, he'd be almost handsome.

bir araya gelmek

(unite, join forces)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We must come together if we want to win the battle.

birlikte gelmek

(arrive at same time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Since they ride the same bus, they always come together.

bir araya toplanmak

(form a huddle or group)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Penguins sometimes draw together to share body warmth.

bir araya getirmek

(unite)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

toplanmak

(figurative (people: gather) (bir yerde)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The people began to flock together to see what was going on.

toplaşmak

(form a group)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

bir araya toplamak

(make a collection)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

parti

noun (informal (informal gathering)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The girls are having a get-together tonight at my house.

beraber gitmek, birlikte gitmek

(accompany one another)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
How about if I leave my car here and we go together to the party?

beraber kullanılmak

(form a pair)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This gun and holster go together.

birbirine uymak

(form a pleasing combination)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Wine and cheese go together very well.

tutturmak

(stick)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Car manufacturers are increasingly using glue to hold parts together.

bir arada tutmak

(figurative (maintain unity of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The military sees itself as the sole force capable of holding the country together.

bir arada bulundurmak

(store in one place)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I keep all my shoes together in a cupboard in my room.

aceleyle yapmak

(slang (assemble crudely)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Helga knocked dinner together from whatever she could find in the fridge.

(dikkatsizce/aceleyle) parçaları birleştirmek

(assemble roughly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sam patched a team together for Saturday's football match.

toparlamak

(figurative (make coherent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was hard to piece together what he meant.

bir araya getirmek

(assemble, collate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I pieced together a bookshelf from boards and cement blocks.

birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, elbirliğiyle çalışmak

(figurative, informal (make a joint effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Everyone pulled together to make the concert a success.

toplamak

(assemble, gather)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Brian pulled a team together to come up with a plan.

aklını başına topla

interjection (informal (regain composure)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Stop crying and pull yourself together.

monte etmek

(assemble)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Can you help me put this bookcase together, please?

toplu halde değerlendirmek

(figurative (consider as a whole)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Once you had put all the clues together, it was obvious what Cassius was hiding.

birleşim

expression (combined)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
That girl has more brains than all her siblings put together.

cinsel ilişkide bulunmak

(informal, euphemism (have sex with one another)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After they slept together once, they never saw each other again.

birlik olmak/birleşmek

(figurative (be united)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The country must stand together if we are to survive these difficult times.

bir arada durmak

(informal, figurative (be united)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We will stick together through thick and thin!

birbirine yapışmak

(adhere to one another)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The plot of the novel didn't make sense because several pages had stuck together.

bir araya getirmek

(figurative (arrange coherently)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After his brain injury, he had difficulty stringing sentences together.

dizmek

(beads, etc.: thread)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I like to string together small seashells to make a pretty necklace.

ile birlikte

(combined with)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Tomatoes together with chilis are what give this sauce its flavor.

birlikte çalışmak

(co-operate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll finish the job more quickly if we work together.

İngilizce öğrenelim

Artık together'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

together ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.